Erzincan’ın Kemaliye ilçesinde 15 günde bir çıkartılan Dutağacı gazetesinin son sayısında yer alan baş yazıda ilginç bir iddia ortaya atıldı.
Erzincan’ın Kemaliye ilçesinde 15 günde bir çıkartılan Dutağacı gazetesinin son sayısında yer alan baş yazıda ilginç bir iddia ortaya atıldı. Gazetede yayınlanan köşe yazısında çöpler köyünde ki madende çalışan işçilerin rahatsızlandığı yönünde duyumlar alındığı vurgulandı. Dutağacı gazetesinin imtiyaz sahibi ve baş yazarı olan Tahir Sehlikoğlu, gazetenin son sayısında kaleme aldığı yazısında Çöpler köyünde ki madende çalışan işçilerin Varikosel hastalığına yakalandığı noktasında duyumlar aldıklarını ifade ederek, “Doktor civanım” isimli kısa bir yazı yazdı. Tahir Sehlikoğlu, hastalık iddialarının bazılarını rahatsız ettiğini ifade ederek, bu duruma bir anlam veremediğini söyledi. Doktor civanım isimli yazısında doktorlar için söylenen iki adet şarkıdan da alıntılar yapan Tahir Sehlikoğlu, maden şirketinin uzmanlardan oluşan Amerika ve Almanya gezilerine birkaç tanede doktor götürmesi gerektiğini söyledi. Yazsında üstü kapalı bu gezilere doktor götürüldüğünü ima eden Tahir Sehlikoğlu, ilginç yazısını ilgin bir şekilde bitirdi. “Zorunlu hizmet için doğuya gideceklere tavsiyemiz, maden işletmesi olan yöre hastanelerini tercih ediniz. Adı üzerinde maden var.”
Posted in Kemaliye Haber Ajansı Haberleri, Anatolia Minerals – Ilıç Çöpler Altın Madeni, Çevre Sorunları | Yorum yok »
BİLİNEN EN İYİ TEKNOLOJİ İMİŞ ! (III)
Salı, Aralık 12th, 2006
ELDORADOGOLD Corp.’un UŞAK KIŞLADAĞ ALTIN İŞLETMESİ YÜZLERCE KİŞİNİN SİYANÜRLE ZEHİRLENMESİNE NEDEN OLDU MU?
Tahir Öngür, Jeoloji Yüksek Mühendisi
Kanada’da kurulu küçük bir şirket, Eldoradogold ülkemizde sahibi olduğu Tüprag AŞ eli ile Uşak Kışladağ’da bulunan altın yatağını işletmeye başladı.
İşletme ile ilgili ÇED Raporu’nun iptali için açılan dava sürerken, öteki izinleri de verildi ve Nisan ayında başlanan deneme üretimi üç ayını doldurdu.
11 Temmuz günü yapılan bir törenle işletmenin resmi açılışı da yapıldı.
Şirketin övüne övüne ileri sürdüğü bu işletmede bilinen en iyi teknolojinin (Best Available Technology, BAT) kullanıldığı. Hazırlanan ve onayı alınan ÇED Raporu da başından sonuna bunu belgelemeye çalışıyor ve her türlü sakıncayı yok göstermek için epeyce çabalıyor.
Herkesin dileği, korkulanın olmaması ve çalışabildiği sürece bu işletmenin çevre ve insan sağlığına zarar vermemesi idi. Ancak, daha deneme üretimi aşamasında, öngörülen asıl tehlikeli sorunların ortaya çıkmasına daha epey zaman olduğu düşünülürken, Eşme ve köylerinde ortaya çıkan birkaç günlük toplu zehirlenme olayları kafaları karıştırdı.
Neler olmuştu?
26-28 Haziran Günlerinde Eşme’de Ne Oldu?
Haziran ayının son haftasında Eşme ve çevresinde bir şeyler oldu.
27 Haziran Salı günü akşamı yüzlerce Eşme’li hastaneye ve doktorlara koştu. Mide bulantısı, baş ve karın ağrısı, nefes almakta zorlanma, konuşma güçlüğü, bacak ve kollarda uyuşma, kasılma, titreme ve halsizlikten yakınıyorlardı. Kimileri bunları şiddetli, kimileri de hafif hissediyorlardı. Yakınmaları hafif olanlar teskin edilip evlerine yollandı. Durumları ciddi görülenlere serum verildi. Birkaçı Uşak’a gönderildi. Sağlık kurumlarındaki kalabalıktan ötürü kendileri Uşak’a, hatta İzmir’e gidenler oldu.
O günlerin öğlen sonralarında fırtınalı ve ara sıra sağanak yağışlı bir hava vardı, Eşme ve çevresinde. Hastanelere başvuranların bir bölümü akşamüstü yağmurda ıslandıklarını söylüyorlardı, hemen hepsi de açık havada olmuşlardı.
Salı günü akşam geç vakit başladı bu yakınma ve başvuruları, gecenin ilerleyen saatlerinde yatıştı. Aynı olaylar ertesi gün de, benzer bir seyirle yinelendi. İlk anda yalnızca Eşme’nin merkezinde görüldüğü sanılan zehirlenme belirtilerinin Eşme’ye bağlı bir dizi köyde yaşayan birçok kişiyi de etkilediği daha sonra anlaşıldı.
Olaylar üçüncü gün hafifledi. Hafta sonu duruldu.
Devlet Hastanesine (50 yataklı Eşme İlçesi Sağlık Bakanlığı Hastanesi ) baş vuran hasta kaydının 837 kişi olduğu, bir kısım hastanın endişe ve psikolojik nedenlerle hasta tablosu çizdiği için tedavi edilmeden evlerine gönderildiği, kayıtlı hastaların 200 kadarının ikinci kez hastaneye geldiği, o günlerde 1-2 gün yatarak tedavi gören hastalar nedeniyle hastane kapasitesinin dolu olduğu bildiriliyordu. Konuyla ilgilenenler başka yerlere başvuran ya da hiçbir yere başvurmayanlarla birlikte olaydan etkilenenlerin sayısının 1200-1700 arasında olabileceğini hesaplıyorlardı.
Sağlıkçıların anlatımlarıyla İlçede ortaya çıkan toplu hastalanma tablosunun ortak belirtileri:
a- Karın ağrıları ve aşırı gaz,
b- Baş ağrısı ile boyun ve omuzlarda kas ağrı ve kasıntıları, uyuşmalar,
c- Mide bulantısı ile şiddetli kusma,
d- Halsizlik, bunaltı
idi. Ateşlenme ve ishale rastlanmamıştı.
Sağlıkçılar ortaya çıkan tablonun genelde bir hafif akut zehirlenme tablosu niteliği taşıdığı, çoğunun ayakta tedavi, bazı vakaların ise daha ağır seyrettiği için yatarak tedavi edildiği, Hastane’de oluşan yığılma nedeniyle bir kısım hastanın kendi olanakları ile yakın illerdeki sağlık kurumlarına gittikleri, her ihtimale karşı hastanede, olası bir enfeksiyona karşı antibiyotik tedavisi ile antispazmatik, antianaljezik, semptomatik tedavi bileşiminden oluşan paket ilaç tedavisi uygulandığını bildirdiler.
İlçede toplu hastalanıştan etkilenenlerin önemli bölümünün devlet hastanesine, bir kısmının ilçedeki muayenehanelere, bir kısmının da yakın il ve ilçelerdeki sağlık birimlerine ve akrabalarının yanına gittiği, bu nedenle hasta sayısının tam olarak belirlenemediği, tahminlerin yaklaşık 1200 civarında hastalanan insan olduğu yolunda olduğu bildirilmekte idi.
Sağlık görevlileri bazı ağır hastaların aileleri tarafından İzmir’e götürüldüğünü duyduklarını, devlet hastanesinin yataklarının üç gün boyunca hasta sirkülasyonu nedeniyle dolu olduğunu belirtmiştir.
Resmi Açılamalar Yatıştırıcı ve Geçiştirici,
İzleyen günlerde de ısrarla sürdürülecek olan ilk resmi açıklamada olayın bir enfeksiyon olduğu ve bunun Eşme yerleşiminde dağıtım şebekesindeki suyun bakteriyolojik kirlenmesinden kaynaklandığı söyleniyordu.
Avukat Noyan Özkan’ın 30.6.2006 tarihli dilekçesine Uşak Valiliği tarafından verilen yanıtta hastalanmaların şebeke suyunun kirlenmesine bağlı enfeksiyon nedeniyle ortaya çıktığı belirtilerek bunun kanıtı olarak su ve hasta dışkılarından alınan örneklerin analiz raporları gönderiliyordu. Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Osman Karababa “Kanalizasyon karışmış olsa kimyasal analizde görülmesi gereken amonyak, nitrit ve nitrat’ın 28.6.2006 tarihli su örneklerinde saptanamamış olması, 28 Haziran 2006 tarihinde su şebekesinden alınan ve saat 05.00’de ekildiği belirtilen 11 örnekten 6’sında koliform bakteri saptanmışken 5 örneğin temiz bulunmuş olması, yine aynı tarihte alınıp kaçta ekildiği belirtilmeyen 5 örneğin temiz bulunmuş olmasının 1000’in üzerindeki insanın sudan kaynaklanan bir hastalığa yakalanmış olmasını açıklayamadığını, çünkü sudan alınan hastalık yapıcılarının geçirmeleri gereken kuluçka süreleri göz önünde bulundurulduğunda bu kadar kısa zamanda zaten hastalık oluşturamayacaklarını” açıklıyordu.
Eşme Belediye Başkanı, önce ilçe suyundan gönderdikleri ilk tahlillerin temiz olduğu bilgisinin kendilerine ulaştığını, ancak ertesi gün kendisine sularda “bir miktar” bakteriye rastlandığının iletildiğini söylüyordu. İncelemenin sürdüğünü söyleyen Başkan, olayın siyanürden kaynaklanıp kaynaklanmadığı ile ilgili yorum yapamayacağını belirtiyordu.
Perşembe günü TMMOB inceleme kurulu ile yaptığı görüşmede Başkan, “Salı günü alınan su örneklerinin tahlilinin temiz çıktığını, bu nedenle kendisinin hastalığın nedeninin şehir şebeke suyu olamayacağı, maden ya da başka bir şeyden kaynaklanabileceğini açıkladığını; ancak kaymakamlık tarafından 28 Haziran 2006 Çarşamba günü yaptırılan tahlilde suda mikrop ürediğinin saptandığı, bunun nedeninin Pazartesi onarım sırasında eski hattan ana depoya kendi bilgisi dışında su verilmesi olabileceğini” belirtmiş ve “söz konusu hastalığın şehir şebeke suyundan kaynaklanan bir salgın hastalık olduğu yönünde kaymakamlığın görüşüne şimdi kendisinin de inandığını” kaydetmiştir.
Tüprag AŞ’nin web sayfasına alıntılanan basın haberlerine göre de, yeni su şebekesi arızalanıp kentin bir bölümü susuz kalınca, bir süredir kullanılmayan eski şebekeden su verilmiş ve geçen sürede kullanılmayan şebekede bakterilerle kirlenmiş olan suyu kullananlar hastalanmıştır. Durum denetim altına alınmış, hastalar iyileştirilmiş, kente verilen sudaki klor düzeyi denetim altına alınmıştır. Belediye Başkanı sorumlular için soruşturma açacağını, Kaymakam ise durumun denetim altına alındığını söylemektedir.
TTB ve Elele Hareketi’nin aldığı kan örneklerine el konması üzerine konu ile ilgili bir açıklama yapan Eşme Belediye Başkanı Ahmet Yıldırım da Kaymakam’la görüştüğünü ve bu uygulamanın şüpheleri arttırdığını ifade ettiğini aktardı.
Ne basında ve ne de Eşme Kaymakamlığı’nın internet sitesinde Kaymakamlık adına yapılmış tek sözcüklük bir açıklama ile ise henüz karşılaşılabilmiş değil.
Uşak Valisi’nin TTB heyetinin Eşme’deki incelemelerini, “burası muz cumhuriyeti değil. …hurafelerle doldurularak eline şırınga almış bir iki hekim” olarak nitelediği basında yer aldı ve sert tepki almasına karşın henüz yalanlanmadı.
Olaylardan 2 hafta sonra Kışladağ Altın İşletmesi’nin resmi açılışını onurlandıran Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler de “üç beş çapulcuya pabuç bırakacak bir Hükümet olmadıklarını” söylüyordu.
Bulgular İse Korkutucu İdi
Sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri ve demokratik kitle örgütleri konuyu hemen sahiplendi.
İnay Vicdan Hareketi ve Kışladağ S.O.S Hareketi aynı gün Eşme ve köylerinde karşılaşılan sorunu ve gelişmeleri gözlemlemeye başladı.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Biriliği TMMOB adına Merkez YK Üyesi ve Metalurji Mühendisleri Odası Başkanı Cemalettin Küçük ile TMMOB Makine Mühendisleri Odası Üyesi Levent Serhan’dan oluşan bir İnceleme Kurulu hemen Eşme’ye gidip 29 Haziran 06 Perşembe günü inceleme çalışmasına başladı, görüşmeler yaptı, örnekler aldı.
İzmir’de kurulu ve çok sayıda meslek ve sivil toplum örgütünün ortak bir girişimi olan Elele Hareketi üyeleri, yaşanan zehirlenme olayının ardından İzmir’e gelerek özel bir laboratuarda kan örneği veren Eşme’nin Aydınlı Köyü’nden Mahmut Kulalı ile Eşme’nin içinde oturan Halil Kaya’nın anlattıklarını dinledikten sonra siyanür zehirlenmesi şüphesinin ciddi şekilde araştırılması gerektiğine karar vererek olaydan 2 gün sonra, 30 Haziran Cuma günü Eşme’ye bir başka İnceleme Kurulu gönderdi. TTB ve İzmir Tabip Odası temsilcisi Dr. Oya Otyıldız, Uşak Tabip Odası Başkanı Zafer Aydın, Kimya Mühendisleri Odası İzmir Şubesinden Prof. Dr. Gürel Nişli ve Şube Başkanı Ertuğrul Barka’dan oluşan Kurul Eşme Devlet Hastanesi Başhekimi Dr.Baykul Karagöz ile Eşme Devlet Hastanesi’nden iki hemşire ile birlikte hastalardan kendi rızaları ile kan örnekleri almaya başladı. Kısa bir süre sonra Kaymakamın talimatı ile Kurulun aldığı kan örneklerine, “yapılan işin izinsiz olduğu” gerekçesi ile el konuldu. Türk Tabipler Birliği Başkanı Prof.Dr.Gençay Gürsoy devreye girerek Uşak Valisi ile görüştüğünde Uşak Valisi “kanların geri verileceği ve kan örneği alma konusunda Uşak Sağlık İl Müdürlüğü’nün de yardımcı olacağı” sözünü verdi. Ama, Eşme Kaymakamı “kendisine yazılı talimat gelmeden kanları geri veremeyeceğini” açıkladı. Elele Kurulunun yazılı olarak istekte bulunması üzerine de, Kaymakam dilekçeyi İlçe Sağlık Grup Başkanlığı’na havale etti. Fakat o gün mesai saati dolduğundan, dilekçeye yanıt verilmediği gibi, kanlar da bugüne değin geri verilmedi. Kaymakamlığın bu tavrını aynı gün Eşme’de yapılan bir basın açıklaması ile kınayan kurul üyeleri, halk sağlığı konusunda ortaya çıkan bir sorunda TTB’nin ve Tabip Odasının olayı araştırma ve müdahale etme yetkisi ve görevinin olduğunu belirterek bu tutumun siyanür zehirlenmesi şüphesini arttırdığına dikkat çektiler.
İnay Vicdan Hareketi Sözcüsü Avukat Tahsin KÖSE, Eşmedeki rahatsızlıkların nedeninin siyanür zehirlenmesi olduğunu iddia ederek TÜPRAG Altın Madeninin derhal kapatılmasını istedi.
Şüphenin, olayın araştırılması için yeterli olması gerektiğini dile getiren Kışladağ S.O.S. Hareketi Sözcüsü Uğur Sümer, “Savcılığa suç duyurusunda bulunulmalı. Eşme’de, köylerinde bir şeyler oldu. Bu kadar yoğunlukta bir şeyler olmasının nedeni ne? Maden denetlensin, savcı bu işe neden el koymuyor?” diye soruyordu.
Elele Kurulundan Dr. Oya Otyıldız Kaymakamlığın kan örneklerine el koymasının ardından, kanda siyanür olup olmadığının tespit edilebilmesi için, siyanürün yarılanma ömrü olan 66 saatten önce alınması gerektiği dile getirilen kan örnekleri için kendisine başvuran birkaç yurttaştan örnek aldı. Daha önce İzmir’de alınan örneklerle birlikte toplanan 10 kan örneği ülkede bu tahlili yapan tek yer olarak gösterilen Ankara’daki özel bir laboratuara gönderildi. Zehirlenmelerin başlangıcı olan 27 Haziran gecesinden 2 ve 3 gün sonra, 29 ve 30 Haziran tarihlerinde hastalardan alınabilen kan örnekleri 1 Temmuz tarihinde Düzen Laboratuarı’na ulaştırıldı. Kan tahlil sonuçlarını geçtiğimiz günlerde Elele Hareketine ulaştı. Yapılan 9 tahlilde kan veren kişiler ve kanlarında tespit edilen siyanür oranları şöyle:
Mahmut Kulalı 0,30 mg/L
Halil Kaya 0,18 mg/L
Hulusi Ada 0,64 mg/L
Tayyip Ada 0,24 mg/L
Ali Ender Sercan 0,54 mg/L
Gizem Özkan 0,25 mg/L
Sinem Özkan 0,18 mg/L
Yağmur Elifcan Yıldırım 0,25 mg/L
Halime Erhat: 0,22 mg/L
Elele Hareketi’nin 19 Temmuz tarihli basın açıklamasında ve bu oranları yorumlayan Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Ana bilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Osman Karababa’nın açıklamalarında “Normalde insan kanında siyanür bulunmaz. 0,2 mg/l’yi normal kabul etsek bile 7 sonuç bunun üzerinde. Kanların alındığı saat tam belli değil. 66 saati geçmiş olabilir. Yani siyanür oranı düşmüş olabilir. İki tane örnek üzerinden bile bunun siyanüre bağlı olduğunu söylemek çok kolay. 0,64 ve 0,54 mg/L normalin çok üzerinde. Üstelik siyanürün yarılanma ömrünü düşündüğümüzde, üzerinden iki gün geçmişken en azından yarı yarıya kadar azalmış olmalı. Bu demektir ki 0,54 mg/l aslında 1 mg/L, 0,64 mg/l ise 1,28 mg/l’ dir.” deniyordu. Benzer yakınmalarla yöredeki sağlık kuruluşlarına başvuranların bir bölümünün kanalizasyonla kirlendiği iddia edilen suyu hiç kullanmadıkları halde hastalandıklarına dikkat çekilirken “hastaların ortak yakınmalarının sinir sistemi tutulumuyla açıklanabilecek bulgular olduğunu ve siyanür zehirlenmesine uyduğunu” ve “Burada sudan kaynaklanan bir sağlık sorunuyla değil bir siyanür zehirlenmesiyle karşı karşıya olduğumuz anlaşılmaktadır” şeklinde açıklanıyordu.
Eşme’de su şebekesine karışan kanalizasyon nedeni ile zehirlendikleri açıklanan köylülerin kanında normal oranın çok üstünde siyanür bulunması çelişkili açıklamaları da beraberinde getirdi. Uşak İl Sağlık Müdürü Dr. Ali Taşçı, arseniğin yüksek oranda alınmadığı sürece ani zehirlenme ve ölümlere neden olmadığını (!) belirtirken; Türk Tabipleri Birliği Başkanı Prof. Dr. Gencay Gürsoy zehirlenmelerin ani ölümlere yol açmamasının sevindirici olduğunu, ancak zehirlenmeye maruz kalanların uzun vadede ciddi sağlık sorunları ile karşı karşıya kalabileceklerini vurguladı.
Madene karşı mücadele için örgütlenen İnay Vicdan Hareketi adına basına konuşan İnaylı Eğitimci-Yazar Muammer Sakaryalı bakanlardan madenin açılışını yapmamalarını istediklerini belirterek şunları söyledi: “Daha 10 gün önce binlerce insanın zehirlenmesinin nedeninin siyanürden olup olmadığı şüphesi dağılmamışken bu yapılan açılış neyin nesi? Eşme’de yapılan resmi açıklamalara halk inanmıyor. Çünkü resmi açıklamaların aksine sadece Eşme’de değil madenin çevresindeki köylerde de zehirlenmeler var. Zehirlenmeler sudan olduysa Aydınlı köyünde, Düzköy köyünde zehirlenen insanlar nasıl izah edilecek? Zehirlenmelerin olduğu günlerde madende büyük bir patlama olduğu kesin. Köylüler büyük bir bulutun yükseldiğini, esen poyrazın bu bulutu Eşme’ye doğru sürüklediğini söylüyorlar. Ortada böyle bir vaka varken ve devlet bunu araştırmalıyken, insanlar daha fazla zehirlensin diye mi böyle bir açılış yapacaklar? Biz zehirlenmelerin gerçek nedeninin açıklanmasını istiyoruz”.
Olayların ardındaki gerçekler yavaş yavaş aydınlanmaya başlayınca bu kez Uşak İl Sağlık Müdürlüğü’nün 20 Temmuz tarihli bir basın açıklaması ortaya çıktı. Bu açıklamaya göre, 30 Haziran’da alınmış ve Kaymakamlıkça el konulmuş olan kan örnekleri 14 Temmuz(!)’da laboratuara gönderilmiş ve bu kan örneklerinde “arsenik” (!) bulunmadığı belirlenmiş. Siyanür tahlili için alınan örneklerde nedense ve ne hakla ise arsenik aranmış ve bulunamamış! İl Sağlık Müdürlüğü, basının ve yurttaşların, arseniğe maruz kalmış olanların bedenlerinde bunun durmayıp o gün idrarla atıldığını, olaylardan iki gün sonra alınan kan örneklerinde elbette arsenik bulunamayacağını, böylesi bir kuşku durumunda hastaların saç ya da tırnaklarının analiz edilmesi gerektiğini bilmediklerini düşünme uyanıklığına sığınmış görünüyor. Siyanür zehirlenmesi olasılığını araştırmayı ise, bu sanki onların asli görevi değilmiş gibi yine suskunlukla geçiştirme yolunu seçmişler.
Uşak halkı sağlıkları konusunda bu sağlık yöneticilerine mi güvenecek? Evet, güvenebilirler! Çünkü, yayınladığı duyurunun yarattığı skandalı gören Uşak İl Sağlık Müdürlüğü 25 Temmuz günü, Tüprag AŞ’nin web sayfasında okunabilecek kısa bir açıklama daha yayınlayıp yüreklere su serpmiş: “Basında Eşme içme suyu ile ilgili ne amaçla olduğu belli olmayan bir yönlendirme ile Eşme ilçesinde meydana gelen ishal vakalarının arsenikten olmadığını vurgulamak amacıyla yapılan açıklamadaki kan numunelerinde arsenik bulunmamıştır ifadesi sanki kanda siyanür varmışçasına yorumlanmıştır. Refik Saydam Hıfzısıhha Merkezi Başkanlığından ve Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünden gelen resmi sonuçlara göre kanda arsenik ve siyanür tesbit edilmemiştir ve bulunmamaktadır.”!!!
Yaşayanlar Ne Diyor?
6 Temmuz’da basında çıkan bir habere göre Eşme’ye 20, Kışladağ Altın işletmesine 10 kilometre uzaklıktaki Aydınlı köyünde bir çiftliği bulunan 33 yaşındaki Mahmut Kulalı Elele Hareketi basın toplantısında yaşadığı zehirlenme ile ilgili şunlardı anlattı: “Pazartesi ve salı günü yağan yağış maden yönünden gelerek ıslattı beni. İşlerim gereği dışarıdaydım ve ıslandım. Çarşamba günü saat 11 sıralarında baş ağrısı başladı. Yarım saat içinde mide bulantısıyla devam etti. Bir saat içinde baş ağrısı ve göğsümdeki ağrı çok şiddetlendi. Sonra apar topar sağlık ocağına gittiğimde, ocağın önünün ana baba günü olduğunu gördüm. Kuyruğu görünce Dr. Yusuf Kaya’nın özel muayenehanesine gittim. Oraya gittiğimde de muayenehanede 4-5 kişinin yattığını gördüm. Şikâyetleri benimle aynıydı. Dr. Yusuf, bana serum taktı. Birinci serum bitmesine rağmen şikâyetlerimde herhangi bir hafifleme olmadı. Yusuf Bey sağlık ocağında görevli olduğu için serumu takıp geri dönmüştü. Tekrar acil olarak geri döndü. Bende serumdan sonra istem dışı titremeler başladı. Dilim dönmez oldu ağzımın içinde. Mide bulantım, kusmalar devam ediyordu. Tedavim 4-5 saat sürdü ardından köye döndüm. Dün sabah kalktığımda belimde şiddetli ağrı duydum. Bacaklarımda kasılma vardı. Adım atarken zorlanıyordum. Doktor Eşme’de görülen zehirlenmenin aynısının bende de olduğunu söyledi. Ben Eşme’ye hiç uğramamış, Eşmeden herhangi bir su falan da içmemiştim. Doktor bana siyanür zehirlenmesi olduğunu söyledi. Bu arada internetten siyanür zehirlenmesi ile ilgili bilgiler edinmeye çalışıyordu. O sıralarda gelen telefonda Eşme’nin tahlil için gönderilen sularının temiz çıktığı bilgisi geldi. Zaten bizim köyün suyuyla Eşme’nin suyu arasında hiçbir ilişki yok. Bizim köy Eşme’ye 20 km, altın madenine ise kuş uçuşu 5-10 km ancak var. Maden tam karşımızda görünüyor bizim. Bizim köyden iki kişi daha benim gibi zehirlendi. Ben Eşme’ye olaydan 2-3 gün önce gitmiştim ama köyümüzden zehirlenen diğer iki kişi neredeyse 120 gündür Eşme’ye hiç gitmemiş insanlar. Üç gün çok şiddetli yağış oldu. Yağış Uşak tarafından madene doğru geldi ve rüzgâr bizim köye doğru esiyordu o ara. Yağış devam ederken madende dinamit patlamaları da yapılıyordu. Resmi kayıtlar Eşme’de şu an 1.700 kişinin zehirlendiğini söylüyor. Ama resmi olmayan, kayıtlara girmeyen yüzlerce insan vardır.”
Eşme’de oturan 29 yaşındaki Halil Kaya ise Elele Hareketi’nin toplantısında yaşadığı olayları şöyle anlattı: “Salı günü akşamleyin başladı ağrılarım. Karnım ağrıdı, midem bulandı. O gün yağmur altında kalmıştım. Çarşamba sabahı baş ağrısı, mide bulantısı, karında sancı, kusma, halsizlik, gözlerde ağrı gibi şikâyetler başladı bende. Doktora gittik, ilaç verdi. Bu şekilde geçti.”
TMMOB inceleme kurulunun görüştüğü bazı Eşme’lilerin öyküleri ise şöyle:
Esma Nur: 1,5 yaşında ( bebek ) 27 Haziran Salı günü annesi akşamüstü alışverişe çıkmış, Esma ile. Dönüşte her günkü gibi beslenip yatmış. Şehir şebeke suyunu içme ve yemek amaçlı kullanmıyorlar. Akşam saat 23.00 dolayında Esma hastalanmış: Şikâyetleri: baş ağrısı, karın ağrısı, kusma, kasılmalar, aşırı bağırsak gazları. Doktora gidilmiş. Ateşlenmemiş. İki gün sürmüş. 29 Haziran Perşembe günü daha iyi olmuş.
Selami Kartçı: 26 yaşında. Saat 18.00’de işten çıkmış. Çarşıda sağanak yağmurda ıslanmış. Eve gidince yemekten sonra bir sıkıntı basmış sanki ateşlenmiş gibi, başka bir şikayeti olmamış. Sigara içiyor, şehir şebeke suyu evinde içme, çay demleme ve yemek yapımında kullanılmıyor.
Volkan Ekinci: 28 yaşında. 27 Haziran Salı günü iş çıkışı Eşme içinde mezarlık tarafından gelen rüzgâr ve bulutlarla yağan sağanak yağmura 15 dakika maruz kalmış. Akşam, her zaman ki yediklerini yemiş. Şehir şebeke suyunu içme amaçlı kullanmıyorlar. Akşam karın ağrısı, baş ağrısı, kusma ve mide bulantısı çekmiş. Bu nedenle gece uyuyamamış. Mide bulantısı ve karın ağrısı ile doktora gitmiş. Ateşlenmemiş. Sigara içmiyor. Rahatsızlığı Perşembe günü azalmış.
Elif Kurtuna: 30 yaşında. 27 Haziran Salı günü saat 18.00’de çalıştığı bankadan çıkmış. Yolda giderken sağanak yağmur başlamış. Eve gidinceye kadar epey ıslanmış. Her zamanki yiyecekler ile akşam yemeği yenmiş. Şebeke suyunu içme ve yemekte kullanmıyorlar. 27 Haziran Salı saat 24.00 dolayında hastalanmış. Karın ağrısı ve aşırı gaz ile uyanmış, baş ağrısı, mide bulantısı, kusma (agresif kusma, “öğürerek”) yaşamış. Ateşlenmemiş. Sigara içmiyor. Rahatsızlığı iki gün sürmüş, şimdi hafiflemiş sadece bir kırgınlık hissediyormuş.
Erdoğan Aygün: 44 yaşında. 27 Haziran Salı günü, gün boyu dükkânda çalışmış. Öğleyin çok rüzgar ve toz olmuş, aşırı sıcak bir hava varmış, bunaltıcı bir hava. Akşam üstü sağanak yağmur sırasında bir kamyon mercimek çuvalı indirmişler, ıslanmışlar. Akşam evde her zamanki tür (tarhana çorbası, kızartma yemeği, salata, vb.) yemeklerini yemişler. Gece hastalanmış. Mide bulantısı, kusma(öğürerek kusma), baş ağrısı, karın ağrısı ve aşırı gaz, boyun ve sırt ağrıları, kasılma şikayetleri ile hastaneye gitmişler. İğne yapıldıktan sonra biraz rahatlamış. 5-6 senedir kaynak suyu kullanıyorlar(Çoban Suyu). 5 litrelik bidonlarla sürekli alıyorlarmış. Birçok kişi gibi, çay, yemek ve içme suyu olarak şehir şebeke suyu kullanmıyorlar. 28 Haziran Çarşamba günü tekrar hastaneye gitmiş(özele). Serum bağlamışlar. Sigara içmiyor. Hastalığında ateşi olmamış.
Hanife Aydın: 47 yaşında. 27 Haziran Salı günü akşam üstü yağmurda ıslanmış. Ben de eşim gibi hastalandım, aynı rahatsızlıklar oldu, gece aynı saatte uykudan uyandım. Kusma, karın ağrısı, baş ağrısı ve baş dönmesi. Gözlerim karardı, omzumda ve boynumda kasılmalar hissettim. Ateşlenmedim. Hastaneye gittik. Çarşamba günü daha kötüleştik. Özele gittik. Sadece serum bağladılar. Hastanenin verdiği ilaçları kullanmayın dediler. Sigara içmiyor.
Hüseyin Kılınç: 27 yaşında. Eşme’de oturuyorlar. 27 Haziran Salı günü çok bunaltıcı sıcak bir hava vardı, gündüz çok terledim, çeşme suyu içerim, o gün çok su içtim. Yağmur 18.00 sıralarında yağdı. Saat 19.00’a kadar çalıştım. Sigara tiryakisiyim 2 paket içerim. Ben hastalanmadım.
Üstün Çallı: 30 yaşında. 27 Haziran Salı günü çarşıda mağazasında çalışmış. Sigara içiyor. Şehir şebeke suyu kullanıyorlar. Eve giderken, saat 19.00’da yağan yağmurda ıslanmış. Hastalanmamış.
Ahmet Yıldırım: Belediye Başkanı. Sigara kullanıyor. Şehir şebeke suyu içiyor. Hastalanmamış.
Mehmet Atılgan: 45 yaşında. 27 Haziran Salı günü yağmurda dolaşmış. Sigara içiyor. Şehir şebeke suyu içiyor, yemekte kullanıyor. Hastalanmamış.
Yine TMMOB İnceleme Kurulu’nun İlçede serbest çalışan ya da hastanede görevli çeşitli sağlık personeli (doktor, hemşire, eczacı, vb. ) ile yaptığı görüşmelerde bu insanlar son derece çekingen, endişeli bir tutum içinde görülmüştür. Kimileri, herhangi bir açıklama yapamayacaklarını, mesleklerini Hakkâri’de sürdürmek istemediklerini, özel çalışanlar da ilçede yalıtılmak ya da soruşturma, kovuşturma gibi sorunlar yaşamak istemediklerini, madenci şirketin kamu yetkilileri üzerinde hükümete kadar uzanan yaptırım güçleri olduğunu belirtmişlerdir.
Elele ve TTB inceleme kurulu üyelerinin izlenimi de İlçede bir sıkıyönetim havasının estiği şeklindedir.
Siyanür Zehirlenmesinin Belirtileri Neler?
Haziran ayının son günlerinde Eşme’de yaşananlar ve sağlık kurumlarına başvuranlarda görülen belirtiler hep tipik “hafif-orta bir akut siyanür zehirlenmesi” belirtileri idi.
11 Eylül İkiz Kuleler olaylarından sonra dünyaya yönelik saldırganlığında sınır tanımayan ABD yönetimi, kendi ülkesinde de kendi halkının yararlandığı demokratik hakları kısıtlama doğrultusunda ciddi adımlar attı. Bunu meşrulaştırmak için de soyut bir “terör” korkusu canlı tutulmaya çalışıldı. Bu amaçla kullanılan araçlardan biri, halkın toplu bulunduğu yerlerde siyanürle zehirlemeye yönelik girişimler olduğu haberlerinin yayılması oldu. Sözde, New York Metrosuna böyle bir saldırı hazırlığı içinde olan bir terörist grubun yakalandığı söylentileri yayıldı ve bir kitapta da buna yer verildi. Ortam olgunlaşınca yarı remi bir örgüt kuruldu, Siyanür Zehirlenmelerini Tedavi Koalisyonu (CPTC). Bunun internetteki sayfalarında insanlara siyanür zehirlenmelerine ilişkin her türlü bilgi veriliyor. Biz söylesek kuşku duyulur. Gelin, gerekli bilgileri oradan aktaralım.
Düşük yoğunluklu siyanürle zehirlenenlerde karşılaşılan ilk belirtiler:
· Hızlı nefes alma
· Baş dönmesi, sersemlik
· Güçsüzlük
· Mide Bulantısı/kusma
· Göz kaşınması
· Cildin pembeleşmesi ya da kızarması
· Hızlı Kalp Atışı
· Terleme
Orta ve Yüksek Yoğunluklu zehirlenmelerde görülen sonraki belirtiler:
Bilinç kaybı
Solunumun durması
Kalp durması
Koma
Felç
R.B. Hillman ve Mary C. Smith makalelerinde bunlara
Kas titremeleri
Solunum güçlüğü
Salya artışı
Göz yaşarması
Çırpınma
gibi belirtileri ekliyor.
Inna Leybell’in e-medicine’deki makalesinde öncekilerin yanında
Karın ağrısı
Göğüs ağrısı
sıkıntılarından da söz ediliyor.
ATSDR’nin web sayfasında da bunlar anlatılıyor.
Haziran ayının son günlerinde Eşme’de yaşananlar ve sağlık kurumlarına başvuranlarda saptanan belirtiler hep bütün dünyada bilinen, çok açık birer “hafif-orta akut siyanür zehirlenmesi” belirtisi idi. Hekimler yörelerinde ve yaşamlarında sık karşılaşılmayan bir durum olsa da, bunu o gün algılamış görünüyorlardı. Ama susmak durumunda kaldıkları anlaşılıyor.
Siyanür İnsanı Neden Etkiler?
Siyanür kanda organlara oksijen taşıyan hücrelerde, mitokondriyal sitokrom oksidaz’daki demir iyonuna bağlanıp onların bu oksijen taşıma işlevini engelliyor. Hücreler oksijensiz koşullarda çalışınca, oksitle metabolizma engellenince, havasız glikoliz başlıyor ve laktik asit açığa çıkıyor ve zehirlenme oluşuyor. Başta merkezi sinir sistemi, kalp, solunum sistemi ve beyin olmak üzere oksijeni en çok tükettiğimiz organlarımız ilk etkilenenler oluyor.
Kandaki siyanür derişimi 40 mmol/l ya da yaklaşık 1 mg/l’ye eriştiğinde zehirlenme gerçekleşiyor. Çocuklar bu zehirlenmeye biraz karşı daha dayanıklı. Havadaki siyanür gazının 1 dakikada 2500-5000 mg*m3 dozu ile karşılaşıldığında bu durumdaki insanların %50’sini öldürebiliyor.
Zehirlenme ölümle sonuçlanmadığında da zehirlenenlerin sonraki yaşamlarında oksijen yetmezliğine bağlı beyin sorunları ya da Parkinson benzeri sorunlar gibi merkezi sinir sistemi bozuklukları yaşama riskleri artıyor.
Siyanürle Nerelerde Karşılaşıyoruz?
İntihar, terör ya da cinayet için bilerek ve doğrudan kullanımı dışında insanlar siyanürden ya endüstriyel kazalarda ya da yangınlarda duman soluduklarında karşılaşıyor. Bileşiminde azot(N) ve karbon(C) içeren her türlü malzeme yangında Hidrojen Siyanür gazı (HCN) salabiliyor. Melamin tabaklar, plastik torbaların akrilonitrili, koltuklardaki poliüretan köpükler ve benzeri birçok sentetik gereç yandığında öldürücü miktarlarda HCN salıyor. ABD’nde yangın dumanlarından çıkan bu zehirle her yıl 10.000’e yakın insanın öldüğünü not ediyor, kaynaklar.
Siyanür metal endüstrisi, madencilik, elektro kaplama, kuyumculuk, eski röntgen filmlerinin geri kazanımı, vb bazı endüstri alanlarında da kullanılıyor ve buralarda da iş kazaları ya da çevre kazalarında ortaya çıkabiliyor.
Ülkemizde özellikle elektro kaplama işi yapan çok sayıda küçük işletmenin toplamda önemli miktarlarda siyanür tükettiği, bütünü ile denetimsiz çalıştığı ve yaygın insan sağlığı ve çevre sorununa neden olduğu biliniyor.
Bunlara şimdi altın işletmeleri de eklendi. Altın işletmelerinin ayırıcı yanı, tek bir yerde büyük miktarlarda ve açık havada siyanür kullanıyor olması.
Eşme’de Siyanür Ne Geziyor?
Yukarıda sıralanan kaynaklardan hangisinin Eşme’de ya da yakınında var olduğu ortada. Yörede büyük bir yangın olmadığı gibi siyanür kullanan başka büyük bir işletme de yok;
Eldoradogold’un Kışladağ Altın İşletmesi’nin dışında. Bu işletme, 3 ay önce başlamış olduğu deneme üretimi ile birlikte Gümüşkol-Söğütlü-Bekişli köyleri arasında kalan üçgende açık havada siyanürlü sıvılarla altın ayırmaya çalışıyor.
Siyanür İle Ne Yapılıyor?
Altın işletmelerinin büyük çoğunluğunda olduğu gibi Kışladağ’da da yeraltından çıkarılan cevherin içindeki altın çok düşük bir miktarda. Tenörü çok az: tonda ortalama 1,23 gram. Yani çıkarılan kayaların cevher diye ayrılanların ortalama 1 tonunda 1,23 gram altın ve biraz daha az gümüş var. Bunlar da metal halinde. Bakır, kurşun, molibden ve benzeri öteki metaller gibi kükürtle ya da oksijenle bileşikler yapmış ta değil. İşte bir yandan çok minik parçacıklar durumunda oluşu ve bir yandan da bir şekilde bozabileceğiniz kimyasal bir bağlanma içinde olmayışlarından ötürü altını ve gümüşü içinde bulunduğu kayadan söküp almak çok zor. Bunun bilinen tek “ekonomik” yolu siyanürle yıkama, sıyırma, liç (leach). Bu
işi yapan ve savununlar ısrarla dünyadaki altın işletmelerinin %85’inde bu tekniğin uygulandığını söylüyorlar. Doğru.
Cevherdeki altın parçacıkları yeterince küçük ise, içinde karbonlu gereç yoksa, fazla siyanür tüketen bakır-antimuan-arsenik sülfürleri az ise, asit yapıcı bileşenler az ise, altın parçacıklarını sararak siyanürün etkilenmesini engelleyen demir oksit çökeltici gereç ve kil yoksa, altının kazanılmasında siyanür kullanımı kolay ve ekonomik oluyor. Bu amaçla cevher ya ince öğütülüp Kışladağ’da yapıldığı şekilde açık havada geçirimsiz yaygıların üzerine yığılmakta ve üzerlerine püskürtülen siyanür çözeltisi yığının içinden süzülürken altını yüklenmesi ve daha sonra tabandaki drenaj sistemi ile bu sıvı toplanıp işlenerek (yığın liçi); ya da, ince öğütülmüş cevher Bergama’da olduğu gibi kapalı tanklarda siyanürlü akışkanlarla karıştırılarak işlenmektedir (tank liçi).
Cevherin içindeki altın parçacıkları yeterince iri ise, özellikle de kum ve çakılların içindeki plaser yataklarındaki gibi ise altın gravitasyonla, çöktürme yöntemi ile ayrılabilmektedir. Giderek azalmakla birlikte 1990’ların başlarında dünyada üretilen altının %10 kadarının bu teknikle ayrıldığı bilinmektedir.
Altın, Uşak çevresinde karşılaşılan ve henüz bir işletmeye konu olmayan bazı yataklardaki gibi sülfürlü cevher minerallerine (bakır, arsenik, vb metallerin sülfürlü minerallerine) bağlı olarak bulunuyorsa önce ince öğütme ve çeşitli yüzdürücülerin içinde flotasyon teknikleri ile altınlı sülfür konsantreleri elde edilir. Bu artık daha sonra siyanürle işleme tutulur. 1993’te altının %4 kadarının da bu yolla işlendiği bilinmektedir.
Bunların ve siyanür ile işlemin dışında, çok sayıda yeni tekniğin araştırılmakta ve geliştirilmekte olduğu bilinmektedir. Çok sayıda yabancı kaynakta açıklanan bu yeni tekniklerden herhangi biri henüz ekonomik olarak ve çevreye zarar vermeden siyanür ile işlemin yerini alabilecek kadar geliştirilememiştir.
Siyanür ile işlem, bilimsel ve teknik olarak 19. Yüzyıl’ın sonlarında bulunmuş; çok sınırlı olarak kullanılmış; altının siyanürden geri alınmasında kullanılabilecek bir teknoloji olarak ta ancak, 1950’den sonra geliştirilebilmiş; yine de bu teknolojinin ticari olarak uygulanabilmesi 1970’lerin sonlarında siyanürlü sıvılara alınan altının aktif kömür ile soğurulması becerilince ve altın fiyatları artıp, düşük tenörlü yüksek rezervli cevherler kârlı olarak işletilebilir duruma gelince yaygınlaşmıştır. O güne kadar yüksek tenörlü yataklarda cıva ile amalgamlama tekniği kullanan küçük işletmelerin yerini 1980’li yıllardan sonra büyük işletmeler, siyanür ile yığın liçi ve aktif karbonla sıyırma tekniği kullanan büyük işletmeler almıştır. Çünkü siyanür, cevherdeki altının %60, bazen %97’ye varan oranlarda kazanılmasını sağlayabilmektedir.
Bu teknik, ucuza mal edip çok para kazanabilmeniz için “Bilinen En İyi Teknoloji”dir (Best Available Technology-BAT). Yeraltı kaynaklarınızı çokuluslu şirketlere açmış iseniz BAT’a mahkûmsunuz.
Kışladağ’da Yapılan da Bu
Kışladağ’da da yeraltından çıkartılan kayaların, içinden ekonomik olarak altın sıyrılabilecek tenöre sahip olmayan bölümü pasa diye Gümüşkol’a yakın pasa depolama sahasına atılıp, kalanı ince öğütülüyor. Öğütme boyutu her yatakta farklı. Bu teknolojik testlerle belirlenir. Kışladağ’da sülfürlü cevher %80’i 6,3 mm’den küçük olacak şekilde öğütülüyor. Bu öğütülmüş kayalar su ve kireç katılarak topaklandırılıyor ve işletmenin Söğütlü Köyü tarafında özel olarak hazırladığı sıyırma alanına, yine testler sonucunda seçilen yüksekliklerde yığılıp bunların içine, üzerine yerleştirilen borulardan siyanürlü bir sıvı damlatıla damlatıla akıtılıyor. Bunun da her madene göre ayrı ayrı belirlenen bir süresi var. Kışladağ’da oluşturulan yığın yüksekliği 10 m ve sıyırma süresi 90 gün. İşletmenin fizibilite ve ÇED Raporlarına göre bu süre içinde ortalama 1,23 gr altın içeren her bir ton oksitli cevher için 0,253 kg ve her bir ton sülfürlü cevher için de 0,340 kg sodyum siyanür kullanılmış olacak. Cevher yığınının her bir metrekaresine saatte 12 litre siyanürlü sıvı akıtılacak. Bu sudaki siyanür derişimi 250 ppm (milyonda 250 bölüm) olacak. Böylece, işletme süresinde burada 40 bin ton kadar NaCN, sodyum siyanür kullanılması gerekecek. 20 tonluk kamyonlarla taşınsa 2.000 seferde taşınabilecek kadar siyanür tuzu kullanılacak.
Öğütülmüş kaya yığınından süzülen bu suyun içindeki CN- iyonu değerli metallerin bir bölümünü kendine bağlayıp sıvı fazda taşıyacak. Yığının altına, geçirimsizlik sağlamak üzere
30 cm kalınlıklı sıkıştırılmış bir kil tabakasının üzerine yayılan 1,5 mm kalınlıklı yüksek yoğunluklu bir sentetik polietilen yaygı konmuş olacak. Bu yaygının üzerinde kırma taştan oluşan bir geçirimli tabaka ve sızan sıvıları toplamak üzere bunun içine yerleştirilen toplama boruları olacak. Bu şekilde toplanan ve değerli metaller yüklenmiş siyanürlü akışkan işletmenin başka yerlerinde işlemden geçirilip altın-gümüş-? karışımı “dore”ler üretilecek.
İşletmecilere bakarsanız bu geçirimsizlik önlemleri siyanürlü sıvılar yeraltısularına karışmasın diye konmakta. Siz bunu altını, gümüşü sıyırmış, onlarla yüklenmiş zehirli sıvıların bir damlasını bile yitirmeme kaygısından ötürüdür şeklinde anlayın.
40.000 Ton Siyanür Nereye Gidecek?
Siyanürün huyu suyu önemli. Siyanür sofra tuzunu andıran beyaz renkli kristalize sodyum (NaCN) ya da bazen potasyum siyanür (KCN) tuzları biçiminde gelecek. Bunlar, suya katılıp çözeltilecek. Suda, CN- iyonları olacak. Siyanür zor denetlenebilir bir kimyasal madde. Nasıl davranacağı suyun pH’ı olarak adlandırılan H+ iyonu bolluğuna, asitliğine çok bağlı. Örneğin pH’ı 6,5-7,0 olan bir içme suyunda çözelteceğiniz siyanürün hepsi hemen hidrojenle birleşip hidrojen siyanür gazına, HCN’e dönüşüyor. Havadan hafif olan bu gaz çok kolay yayılıyor. Siyanürü hangi biçiminde olursa olsun yerseniz, fazlasını derinize sürer ya da dökerseniz zaten zehirleniyorsunuz. Akıllı iseniz bunları elbette yapmazsınız. Bilmediğiniz yerlerde de bir sürü uyarı levhası sizi bu tehlikeden uzak tutmaya çalışır.
Gaz ise öyle değil. Renksiz. Hafif bir badem kokusu var, ama onu da çok yoğun değilse kolayca algılamayabilirsiniz. Ve hidrojen siyanür gazını solursanız Eşmeliler gibi, ya da daha kötü olursunuz.
Bunu, işletmelerinde siyanür kullananlar da bildiği için, önlemler alınıyor. Sudaki siyanürün gaza dönüşmesini önlemek gerekli ve bu çok önemli. Bilinen şu: suyun pH’ı yükseldikçe, H+ iyonu bolluğu azalıp OH- iyonu bolluğu arttıkça yani su asit değil baz niteliği baskın bir sıvıya dönüştükçe siyanürün gazlaşma eğilimi de azalıyor. Bu bilindiği için de liç yığınına konan öğütülmüş cevherin her bir tonu için 3,4 kg sönmüş kireç (CaO) katılacağı gibi, liç alanlarında kullanılacak siyanürlü sıvıya sürekli sodyum hidroksit (NaOH) te katılıp sıvının pH’ı 9,5’ta tutulmaya çalışılacak.
Yeter mi? Yetmez, ama bununla yetinirler.
Yetmez çünkü pH=10,5 iken bile bu siyanürün ancak %85’i sıvı fazda kalabiliyor. %15’i yine HCN gazı olup havaya karışıyor. Keşki bununla kalsa. Siyanürlü sıvının içinde süzüldüğü öğütülmüş ve tepkime yüzeyi binlerce kez büyütülmüş olan kaya yığınının içinde kükürtlü mineraller var ve artık havanın oksijeni ve suyun etkisi ile bunlar asit üretmeye teşne. Siz bunların içinde pH’ı yüksek bir sıvıyı dolaştırıyor da olsanız, bunların biraz asit üretmesi ve sıvının girişteki pH’ını biraz düşürmesi ve bundan ötürü siyanürün birazının daha HCN gazı olarak havaya uçması da kaçınılmaz.
Zaten ÇED Raporu’nun 5-80. sayfasındaki “en son karbon kolonundan çıkan liç çözeltisi hiç altın içermeyecektir ve yüksüz liç çözeltisi adını almaktadır. Yüksüz liç çözeltisi, yüksüz liç çözeltisi havuzuna geri döndürülecek ve ihtiyaç duyulan konsantrasyonu sağlamak amacıyla yeni siyanür eklendikten sonra yığın liçi alanına geri gönderilecektir. Böylece, tüm proje faaliyet dönemi boyunca tüm liç çözeltileri (ve dolayısıyla siyanür) proses içinde geri döndürülecek ve ne yüklü ne de yüksüz liç çözeltisi (ve dolayısıyla siyanür) deşarjı yapılmayacaktır.” denmesi de bunun itirafı değil mi? Hiç dışarı atılmayan siyanür neden azalsın? Üstelik ÇED Raporu’nda Tablo 5.30’da liç alanı ve çözelti havuzlarında buharlaştığı için yitirilecek suyun miktarının ilk aşamada 628 m3/gün ve 2. aşamada 966 m3/gün olacağı bildiriliyor. Sıcak dönemlerde bunun 942-1449 m3/gün’e çıkacağı da not ediliyor. Bu kadar suyun eksilmesine ve pH denetim altında olduğu için su buharlaşınca siyanürün geride zenginleşerek kalacak olmasına karşın, yine de yeni siyanür eklenmesi gerekecek.
Çünkü kullanılan siyanürün bir bölümü gazlaşıp kaçacak, bir bölümü de yığındaki katı maddelerle bir takım bileşikler yapıp onlara bağlanacak.
Bu durumda, kullanılan siyanürün ne kadarının havaya salınacağını tam olarak kestirmek güç.
Yine de bir deneyelim.
Sözü edilen işlemlerde sözde siyanür tüketilmeyecek. Altını, gümüşü kendine bağlayan siyanürlü sıvı aktif kömürle işlenip metalleri alınacak ve yine siyanürlü su olarak çözelti havuzuna dönecek. Eksiği tamamlanacak ve yine kullanılacak. İşletmede 16 yıl siyanür liçi işlemi yapılacak. Fizibilite Raporu’na göre ilk dört yılda 5’er milyon ton cevher-kaya çıkarılıp işlenecek. 5. yılda bu 7,5 milyon ton ve sonraki 11 yıl boyunca da ortalama 10’ar milyon ton/yıl olacak. Sıyırma, liç işlemi 90 gün süreceğine göre, aktif yığınlarda bir anda 1,25 milyon ton ile 2,5 milyon ton arasında değişecek miktarlarda cevher siyanürle işlem görüyor olacak. Yığın yükseklikleri 10 m ve işletmenin ÇED Raporu’nda olduğu gibi cevherin birim hacim ağırlığı 2,3 ton/m3, kırılmış öğütülmüş cevher yığınınki ise 1,8 ton/m3 kabul edildiğinde aktif yığınların hacminin 1.600.000-3.200.000 m3,yüzey alanının ise 98.000 m2 ile 196.000 m2 arasında değişeceği öngörülebilir. Böyle ise saatte 1.175-2.350 m3 siyanürlü su dökülecek demektir, bu yığınlara. Bunun içindeki çözeltilmiş siyanür miktarı da 295-590 kg arasında değişecektir. Bir başka deyişle bu yığınlardan günde 7-14 ton siyanür iyonu geçirilmesi gerekli.
1 milyon m3 havanın izin verilen üst sınır olan 10 mg/m3 HCN ile yüklenebilmesi için çözeltiden gazlaşması gereken siyanür miktarı 10 kg.
pH düştüğü için yığında HCN’e dönüşen CN- yalnızca son 1 saat içinde damlatılmış ve bu nedenle henüz yığının en üst düzeylerinde bulunanlar bile olsa buraya komşu 1 milyon m3 (eni, boyu ve yüksekliği 100’er m boyutlu bir küp) havadaki HCN yükü 295 mg/m3 olur. Bu hava kütlesi taşınırken siyanürsüz hava kütlesi ile karışır ve yük 10 milyon m3 havaya yayılırsa bile siyanür derişimi yine zehirleyici bir düzeyde, 30 mg/m3 olur.
İşletme süresinde yaklaşık 40.000 ton siyanür kullanılacak. İşletmenin ÇED Raporu’na göre “sıfır deşarj” olacak. Kışladağ altın işletmesi ile ilgili kaygıların dile getirildiği Star TV’de yayınlanan Objektif Programı’na demeç veren bir işletme mühendisi de gururla “sıfır deşarj” olacağını söylüyordu. İşletmede yıllar boyu aynı tempo ile üretim yapılacak. Hep siyanür kullanılacak. Eksilen tamamlana tamamlana tüketilen siyanür 40.000 ton’a ulaşacak ve “sıfır deşarj” olacak. Nasıl olacak bu? Neden eksiliyor siyanür? Bir bölümünün gazlaşıp havaya karışacağı ortada. Ama, hepsi bu şekilde kaybolmayacak kuşkusuz. Öyle olsa 16 yılda harcanacak 40.000 ton siyanürün havaya karışma hızı 285 kg/saat ya da 79 gr/sn olurdu. Bu durumda her saniyede 7.200 m3, saatte 25 milyon m3 hava izin verilebilir sınırın üzerinde HCN yüklenirdi. Denetimli koşullarda bile o yöre mezarlığa dönerdi.
Kuşkusuz, Haziran ayının son haftasında olmuş olduğu düşünülene benzer kazalar olmadıkça, tüketilen siyanürün %15-20’den çoğu gazlaşıp havaya karışmıyor. %20’si olsa 8.000 ton kadar siyanürün gazlaşarak havaya karışacağı anlaşılır.
İşler bittiğinde de siyanürle işlem görmüş atık yığınlarına 1,5 yıl boyunca temiz su damlatılacak ve yığınların içindeki serbest siyanür yıkanacak. Ta ki, çıkan yıkama suyundaki siyanür miktarı 0,5 ppm WAD’a insin. Böylece kapanma sonrasında çevreye siyanür sızması sakıncası ortadan kaldırılacakmış. Bilindiği kadarı ile işletmede bir su arıtma tesis olmayacak. Yüklendiği altın ve gümüşü geri alınan siyanürlü su eksiği tamamlanıp yeniden kullanılacak. O zaman, son yıl atık yığınlarından yıkanan siyanür ne olacak? Yıkamadan dönen su buharlaştırılacakmış. İlginç! Suyun buharlaştığı yerde siyanürden hiç söz edilmiyor. Çevreye sızmasın diye atık yığınlarına emdirilmiş sudaki siyanür yıkanıp havaya salınacak. “Deşarj Sıfır”, ama emisyonun maşallahı var! Yani, ya havayı kirletecekler ya da suyu.
Bu yolla yalnızca atık yığınının gözeneklerindeki suyun içindeki siyanür yıkanacak. Bu atık yığını 1.800.000 m2 bir alana ve 60 m yüksekliğinde yayılmış olacak. Bunun gözenek oranı %15 olsa ve bütün bu gözenekler siyanürlü suya doygun olsa yıkanacak toplam gözenek suyu 16.000.000 m3 kadar olur. Bundaki siyanür oran halâ 250 ppm bile olsa sudan ancak 4.000 ton kadar siyanür yıkanacak demektir. Bu da sonunda havaya salınacak demektir. Etti mi 12.000 ton siyanür!
Pekiyi ne “sıfır deşarj”a, ne de gazlaşıp havaya atılmayan onca siyanür, 28.000 ton siyanür ne olacak?
Belli ki, geçici ya da kalıcı olarak duraylı olan bir takım bileşiklere bağlanmış olarak atık yığını içinde kalacak. Katı fazdaki siyanür %0,36 oranında olacak.
Siyanürün duraylılığına ilişkin çelişkili görüşler, siyanürün kolayca bozunup bozunmadığı konusunda farklı yorum ve değerlendirmelere neden oluyor.
Madencilik firmaları ve onları destekleyen bazı araştırmacılar (örneğin Normandy’den Oygür (2000) ve onun yayınlarında çok sık değindiği Mudder and Smith(1994)) oksijen ve güneş ışını altında siyanürün suda hızla bozularak zararsız karbondioksit ve nitrata parçalandığını; siyanür sızıntılarında insan ölümü olmadığını; balıklar üzerinde yapılan bilimsel araştırmaların bunun “biyolojik olarak birikmediği”ni gösterdiğini ve bu şekilde ölen balıkları yiyenlerin bile zarar görmeyeceğini söylüyor.
Buna karşılık, gün ışığı ve hava varken nötr pH koşullarında siyanür çözeltisinin parçalandığı doğru olsa da, bu çözelti yeraltına süzüldüğünde, tropik ülkelerdeki gibi yağmurlu ve bulutlu ortamlarda ya da sıcaklıkların düştüğü ve akarsular kar ya da buzla kaplı olduğunda soğuk ülkelerde böyle bir şeyin olamadığı göz ardı ediliyor. Çözeltisi asidik ise bu hemen aşırı zehirli olan siyanür gazına dönüşüyor. Dahası ortam alkalin ise siyanür parçalanamıyor ve çözeltide uzun süre kalıyor.
Bir Jeokimya uzmanı olan Robert Moran, Missuri’deki bir nikel-kobalt madeninin atıklarında, işletmenin kapanışından 25 yıl sonra bile yüksek miktarda toplam siyanür bulunduğunu saptamış bulunuyor. Bunun gibi, Almanya’daki Auschwitch-Birkenau toplama kamplarındaki yapılardan, toplu kıyım için siyanür kullanımından 45 yıl geçtikten sonra alınan harç ve sıva örneklerinde de ölçülebilir miktarlarda demir siyanat bulunduğu bildiriliyor
Açıkçası, maden işlemede kullanılan siyanürün zararsız bileşiklere pek hızlı parçalanmadığı belli oluyor. Parçalanma sonunda oluşan bileşiklerin çoğunun halen balıklar için zehirli düzeyde olduğu ve bunların ortamda uzun süreler kalıcı olduğu belirlenmiş. Bu bileşenlerin serbest siyanür, metal siyanür kompleksleri, organik siyanür bileşikleri, siyanojen klorür, siyanatlar, tiyosiyanatlar, kloraminler ve amonyak şeklinde olduğu anlaşılıyor. Bunlardan siyanat, maden işletmelerinde kullanılan siyanürün asıl parçalanma ürünü. Siyanat sularda, belirlenemeyen; ancak, uzun olduğu bilinen bir süre kalıcı. Başka bir parçalanma ürünü olan amonyak, balıklar için siyanür kadar zehirli olarak biliniyor. Bazı veriler amonyak ve siyanürün birlikte etkilerinin tek tek etkilerinden daha da zararlı olduğunu gösteriyor. Tiyosiyanatlar, tatlı su balıklarında ani ölüm sendromu yaratıyor. Üstelik serbest siyanürün tersine tiyosiyanat canlı örgenlerde de birikebiliyor. Siyanojen klorür gibi öteki parçalanma ürünlerinin de balıklar için serbest siyanürden daha zehirli olabildiği belirtiliyor.
Ülkemizde 60 yıl önce kapanmış olan Balıkesir Balya’daki kurşun madeninin içinden geçen çayda her yağıştan sonra toplu balık ölümleri olması dikkatleri çekiyordu. Çevre Bakanlığı uzmanlarının Balya’da Maden Çayı’ndan Temmuz 1998’de alınan örneklerde yapılan analizlerde 15 ve 22 ppm toplam siyanür belirlenmiş olduğu belirtilmektedir. Balya’daki işletme kapandıktan 60 yıl sonra atık sahasından geçen çayda neden 15-22 ppm siyanür belirlendiğine bir yanıt bulunması gerekir.
Tiyosiyanatlar, tatlı su balıklarında ani ölüm sendromu yaratıyor. Balya’da yağmur sonrası karşılaşılan toplu balık ölümleri bu açıdan da incelenmeye değer. Üstelik serbest siyanürün tersine tiyosiyanat canlı örgenlerde de birikebiliyor. Siyanojen klorür gibi öteki parçalanma ürünlerinin de balıklar için serbest siyanürden daha zehirli olabildiği belirtiliyor. Balya ve Kocaçay derelerinde toplu balık ölümlerinden sonra bunlardan yiyenlerde bazı zehirlenme belirtilerinin görüldüğünü not eden Dr Topuzoğlu’nun bulgusu düşündürücü.
Siyanür ile ilgili olarak, Moran(1998)’ın getirdiği en önemli eleştirilerden biri de, siyanürün parçalanması sonucunda oluşan daha kalıcı ve yine de zehirli olan bir çok bileşik için düzenleyici standartın bulunmayışıdır. Bunlardan, yalnızca amonyak ve nitrat için standartlar var. Pek çok kamu kurumu madenciliğe ilişkin sularda WAD ya da toplam siyanür yöntemleri ile analiz yapılmasını istemekle yetiniyor. Ancak, bu yöntemlerden hiçbiri bir madencilik atığında bulunabilecek bileşiklerin çoğunu belirleyemiyor. Pek çok atık ya da yığın liçi su örneği 0.05 mg/lt’den az WAD siyanür derişimine sahip iken, öteki siyanat ve tiyosiyanat derişimleri yine de balıklar için tehlikeli düzeyde olabiliyor.
Balya madeninde geçmişte siyanür kullanılmış olduğundan ve bunun atıklarda siyanatlar biçiminde yer aldığından kuşku duyulamayacağı anlaşılıyor. Özellikle yağışlar sonrasında asit ortamın baskınlaşma ve yaygınlaşması siyanatların bir bölümünün parçalanması ve sudaki toplam siyanürün artmasına neden olduğu açıktır. Yağışlardan sonra balık ölümlerinin yaygın ve şiddetle gözlenmesine karşın, bu konuda bir inceleme yapılmamış olmakla birlikte, bu ölümlerin artan siyanür derişiminin zehirleyiciliğine de bağlı olabileceği düşünülmektedir.
İşte Kışladağ işletmesi kapanırken de 1.800.000 m2’lik bir alanı kaplayan 60 m yükseklikli, siyanürlü sularla işlem görmüş olan atık yığını böyle bir kimyasal madde yığını olarak kalacak. Bunun içinde 28.000 ton siyanür bulunacak; metal siyanür kompleksleri, organik siyanür bileşikleri, siyanojen klorür, siyanatlar, tiyosiyanatlar, kloraminler ve amonyak şeklinde.
BAT’ın, bilinen en iyi teknolojinin Uşak’ta yaşayacak gelecek kuşaklara bir armağanı olacak bu zehir yığını, bu toksik madde deposu.
40.000 ton siyanür böyle tüketilecek!
Az da Olsa Uzun Süreler Siyanüre Maruz Kalınırsa, Kronik Siyanür Etkisi Nasıl Olur?
Kronik siyanür maruziyetlerindeki belirtiler de akut zehirlenmelerdekilere benzer.
Kronik siyanür zehirlenmelerinde de başağrısı, göz yaşarması, kolay yorulma, göğüste baskı, çarpıntı, iştah kaybı ve burun kanaması ile karşılaşılmaktadır. Kanser yapıcı değildir.
Siyanür ister gaz, isterse tuzları ile, ister akut ister kronik dozlarla olsun ciltten, mukozalardan ve gözlerden emilebilmektedir. Akut zehirlenmeler için havadaki siyanür miktarının 1 m3 havada 10 mg’ı aşmaması istenmektedir..
Belli ki, bu yörede artık ani ve anlık siyanür yayılmalarından korkulabileceği gibi çevreye salınan siyanürden ötürü kronik zehirlenmeler konusunda da halk sağlığı tehlikededir ve bunun yarattığı risk azımsanamayacak mertebededir.
Nasıl Oldu da Akut Zehirlenmelere Neden Olabilecek Miktarda Siyanür Yayılabildi?
Pekiyi, nasıl oldu da bu kadar yaygın bir alanda bunca kişiyi zehirleyebilecek denli HCN yayılabildi çevreye? Nasıl oldu da siyanürle işlem yapılan yerde denetim yitirildi? Nasıl oldu da bu siyanür salgısı seyrelmeden yayılabildi? Nasıl oldu da işletmede değil de, işletme dışında etkili oldu?
Yanıtları hep yalnızca işletme sorumlularınca bilinebilecek, gizlenen ve başkalarının ancak bazı tahminler yapabileceği sorular bunlar.
Eşme ve köylerinde toplu bir zehirlenme olduğu yaşanan bir gerçek.
Kim ne derse desin, bunun nedeninin eski boru hattından verilen şehir şebeke suyundan kaynaklanan bir bağırsak enfeksiyonu olmadığı da ortada. TMMOB İnceleme Kurulu’na verilen bilgi bir süredir kullanılmayan eski hattın da Ana Depoya bağlı olduğunu ve klorlama biriminin Ana Depo çıkışında olduğunu ortaya koyuyor. Yani, kirli de olsa suyun klorlanmadan kente verilmiş olması pek olası değil. Üstelik, bu suyu hiç kullanmayan sayısız yurttaş hastalanmış, kullanan bir çok kişi hastalanmamış durumda. Üstelik hastalanmalar rüzgâr ve yağışlı akşamüstlerinde dışarıda olanlarda ve bundan sonraki birkaç saat içinde ortaya çıkıyor.
Belirtiler hep bir siyanür zehirlenmesine işaret ediyor. Yetkililerin alınan kan örneklerine el koydurmasıyla ortaya serilen telaş ve Kışladağ Altın İşletmesi yöneticilerinin uzun süre suskun kalma, sonra da İl Sağlık Müdürlüğü’nün açıklamalarının arkasına saklanma tutumu bu işareti güçlendiriyor.
Üstelik alınabilen kan örneklerinde olağanın 5-6 katı fazla siyanür bulunmuş olması, yaşananın bir siyanür zehirlenmesi olduğunu apaçık ortaya koyuyor.
Demek ki Uşak İl Yöneticileri’nin gerçeği ortaya çıkarmakta ve halka yardımcı olmakta sergiledikleri yetersizlik bu gerçeğin anlaşılmasını engelleyemiyor.
Şimdi yapılması gereken, bunun nasıl olduğunu anlamak, yeniden olur mu sorusunu yanıtlamak ve önlemler alıp bir daha böyle bir duruma izin vermemek.
Yörede siyanür yayılımına kaynaklık edecek tek yer var, Kışladağ Altın İşletmesi. Orada, yeraltından çıkarılan cevher öğütüldükten sonra açık havada siyanürlü sularla yıkanıyor. Siyanür gazlaşıp çevreye yayılmasın (daha doğrusu para verip aldıkları bu kimyasal madde böylece kullanılmadan fazla ziyan olmasın) diye içine sürekli kireç ve sodyum hidroksit katılıp pH değer 9,5’ta tutulmaya çalışılıyor. Bu durumda bile kullanılan siyanürün en az %15’inin HCN gazına dönüşüp havaya kaçtığı bir gerçek. Ama bunun miktarının böyle bir toplu zehirlenmeyi açıklayabilecek denli çok olmadığı da bir o kadar gerçek. O zaman, önemli ve beklenmedik bir şey olmuş olmalı ki, kullanılan sudaki siyanürün daha fazlası gazlaşıp havaya kaçsın.
Bu birkaç şekilde olabilir: siyanür deposuna yıldırım düşmüş olduğu söylentisi gerçek olabilir; siyanürlü sıvıların toplanıp hazırlandığı havuzda bir kaza olmuş olabilir; yığın liçi yapılan yerde ortamın pH’nın birden düşmesine neden olan bir şey olmuş olabilir.
İlk söylenti çok kurgusal. Gerçek olsa mutlaka duyulurdu diye düşünüyor insan. Gerçi, siyanür kolay parlayıp yanabiliyor; gerçi o gün işletmede olağandan güçlü patlamalar duyulduğu ve koyu renkli dumanlar görüldüğü söyleniyor; gerçi hava fırtınalı ve elektrikli. Ama, yine de insana pek olmuş olabilir gibi gelmiyor. Üstelik öyle olsa, hem Salı ve hem de Çarşamba akşamüstleri iki zehirlenme atağı yaşanmış ta olamazdı. İşletme adına ya da işletme içinden böyle bir bilgi gelmedikçe buna itibar etmek doğru değil.
Evet, siyanürlü sıvıların toplanıp hazırlandığı havuzda bir kaza olmuş olabilir. pH birden düşmüş olabilir. Hava koşulları buna neden olmuş olabilir. HCN gazı çıkmış ve yayılmış olabilir. Ama herhalde bu da iki gün arka arkaya olmaz. Üstelik buna kolay müdahale edilebilir. Bu tür işletmeler böylesi kazalara karşı hazırlıklı ve eğitimli. Yine böyle bir sürecin bunca yaygın bir alanda zehirlenmeye neden olabilecek denli çok HCN çıkarması da şaşırtıcı olur. Açıkçası olasılığı oldukça düşük bir açıklama.
Yığın liçi yapılan yerde ortamın pH’ının birden bire düşmesine neden olan bir şey olmuş olması en güçlü olasılık. Ülkemizin birçok yerinde yağmur suyunun hafifçe asit nitelikte, pH=5-6 dolayında olduğu biliniyor. Öyle yerler var ki pH, 4,5’tan da küçük. pH=6 yağmurun birden ve şiddetli yağmasının liç yığınını ve onun içine emdirilen sıvının bir bölümünün pH’ını nasıl etkileyebileceği kolayca öngörülebilir. Siz eğer yığına döktüğünüz suyun miktarını hemen ve çok arttırmazsanız ve bu suya koyduğunuz NaOH miktarını hemen iyice arttırıp kendi suyunuzun pH’ının 9,5’un çok üzerine çıkartmazsanız ortamın pH’ı birden düşecektir. Böyle, birden bastıran şiddetli ve fırtınalı bir yağmura henüz deneme üretiminde olan işletmenin hazır olmadığını düşünmek pek te kötümserlik sayılmaz.
İşletme Eşme’ye kuş uçuşu 20 km ve Uşak’a 28 km uzaklıkta. İşletme çevresine göre 1000 m’ye kadar yükselen sırtların üzerinde. Bunun Uşak tarafı düzlük bir plato ve Eşme tarafı daha alçak bir Ova. İşletme çevresi her iki yanına göre de oldukça yüksek ve iki geniş düzlüğün arasında bir engebe niteliğinde.
Eşme’lilerin anlatımlarına göre Salı ve Çarşamba akşam üstleri Poyrazdan esen şiddetli rüzgârla ani yağışlar olmuş.
Meteoroloji Mühendisleri Odası’nın bu konuda yaptığı çalışmanın bulguları da aynı. Uşak Meteoroloji İstasyonu verileri karşılaşılan en büyük rüzgâr hızlarının 7,2 m/sn’ye kadar çıkabildiğini gösteriyor. Günlük ortalama rüzgâr hızları da, Haziran-Temmuz aylarında 2-3 m/sn arasında.
MMO değerlendirmesine göre, “topografik yapı dikkate alınarak yapılan çalışmanın yanı sıra bölgenin yakınlarındaki diğer meteoroloji istasyonlarının verileriyle de karşılaştırmalar yapılarak bölgede etkili olan atmosferik koşullar (sinoptik yer kartları ve yüksek seviye kartları) incelenerek 27 Haziran 2006 tarihinde de büyük klima istasyonlarından Uşak Meteoroloji İstasyonu verilerinin bölgedeki gaz/toz taşınımı ve dağılım hesaplamalarında temsiliyeti sağlayacağı görülmüştür.
25 Haziran saat 09.00 pm de güney-doğulu (113 dereceden) esmeye başlayan rüzgârın hızı önceki saatlere oranla artarak 2,6 m/sn hıza ulaşmıştır. Bu rüzgâr hareketi ile taşınan gazın etkisi Bekişli, Düzköy, Camili, Kocabey, Örencik, Cemalçavuş hattında bulunan bölgede görülebilir. Topoğrafik yapı bakımından, Emirli Tepenin etkisi ile bu yöndeki rüzgâr hareketinden en fazla Bekişli, Düzköy ve Camili yerleşim yerlerinin etkilenmesi kaçınılmazdır. 2,6 m/sn hızla esen rüzgâr bir saat kadar bir sürede topografik yapının da etkisiyle daha da sıkışarak bu yerleşim yerlerinde etkili olmuş olabilir. Madenden salınan gazın etki süresini serbest atmosferde ne kadar zamanda kaybettiği önemlidir. Bu nedenle rüzgâr hızına ve etki alanına göre gazın salınışıyla temas ettiği zaman arasında geçen süre, canlılara verilen zararın şiddetini belirler. Ancak rüzgâr hızları sürekli olarak 1,0 m/sn’nin üzerindedir. Bu tarihli rüzgâr maden alanında oluşacak olan gaz ya da tozları Karaağaç dağına doğru taşımaktadır. Ancak 26-27 Haziran’da rüzgâr kuzey-doğu (23, 45), doğu (90) ve Kuzeyden (0) esmiştir. 27 Haziranda 09.00 am’de ölçülen rüzgar hızı 2,6 m/sn ve yönü kuzey-doğudandır (45). Bu rüzgâr maden alanındaki gaz veya tozların, Maden-Eşme arasında bulunan hatta Eşme üzerinde yaklaşık 6,0 km’lik genişliğe ulaşarak kuzey-doğu, güney-batı doğrultusunda bir alana değişik oranlarda yaymış durumdadır. Rüzgâr hızının yüksek olması maden alanında çıkan gazların yaklaşık olarak 2 saat gibi kısa zamanda etkisini yitirmeden (seyrelmeden, daha yoğun olarak) yerleşim yerlerine, Eşme’ye ulaşmıştır. Bu rüzgâr Hacıhasanlar ve Ahmetlerde (Hacıhasanların güney-batısındaki Ahmetler) etkili olduktan sonra yaklaşık iki saat gibi bir sürede Eşme’ye ulaşmıştır. Eşmeden sonra güney-batı yönünde genişleyerek Armutlu, Yaylaköy, Balabancı, Davutlar, Güneyköy gibi yerleşimlere gaz/toz yoğunluğu azalarak etkili olmuştur. Bu olayda da üretim sadece gaz ise gazın serbest atmosferdeki etkisini yitirmesi yerleşim yerlerine ulaşma zamanı ve yoğunluğu bakımından farklı etkiler oluşturmaktadır.”
MMO çalışmasında ayrıca benzer hava koşullarının görüldüğü 6-9 Temmuz günlerindeki olaylar da incelenmiştir. O dönemde de, yine KD’dan 4,6 m/sn’ye varan hızlarda rüzgârlar yaşanmıştır. Birbirine çok benzer bu hava koşullarından ilkinde görülen zehirlenmelerin ikincisinde olmamasının bir açıklaması olmalıdır. Bu açıklama da meteoroloji verilerinde bulunmakta. Uşak’ta 26 Haziran öğlen sonrasında fırtına, 27 ve 28 Haziran öğlen sonralarında da fırtınayla birlikte yağan yağmur rüzgâra eşlik etmiştir. 6-9 Temmuz günlerinde ise yağış yaşanmamıştır.
Bu fark, gaz salınmış olsa 26-28 Haziran günlerinde olduğu gibi Eşme yönünde yayılabileceği 6-9 Temmuz günlerinde gazın yayılmamış olmasının nedeninin, oluşmamış olması olduğunu göstermektedir.
Burada kritik olan, ani ve şiddetli bir yağışta liç yığınındaki pH denetiminin yitirilebilmesidir. Beklenmedik bir anda, hızla ve çok HCN salınmasının nedeni yağış olmuştur. Bu şekilde salınan gazın işletme alanında değil de batı ve güneyindeki köylerde ve Eşme’de göstermiş olmasının nedeni de MMO’nın değerlendirmesinde açıklanmaktadır.
“Madende ortaya çıkan gazların ya da tozların yayıldığı alanda o günkü meteorolojik koşulların etkisiyle oluşacak etki de farklı olabilir. Bunda tozun ya da gazın serbest atmosferde vereceği tepki öteki atmosferik değişkenlerle (hava sıcaklığı, atmosfer basıncı, hava nemi, güneş radyasyonu, rüzgar hızı ve yönünün değişimi ve diğer gazların etkisi) irdelemelidir. Bu değişkenlere bağlı olarak etkilenmenin şiddeti ve süresi de değişime uğrar.
Rüzgarın olmadığı zamanlarda da kirleticiler atmosferin yerel döngüsü içinde ısınan-soğuyan hava hareketleriyle de yakın ve düşük kotlarda mevsimsel olarak etkili olabilir. Örneğin, soğuyan hava alçalıcı hareket yapacağından dağın etkisindeki hava kütlesi soğuyarak alçak kotlara doğru akarken madendeki gazları/tozları da daha alçak kotlara doğru taşır. Madene yakın yerleşimler için Kuzey Batı yönünde Karapınar Mah., Katrancılar, Bekişli, Düzköy, güney yönünde Micanlar Mah., Gümüşkol, Hacıhasanlar, Kışla, İnay, Karacaahmet yerleşimleri ve bu bölgede bulunan alanların da ısınma-soğuma etkisine balı olarak oluşacak hava akımları madendeki gazlardan/tozlardan etkilenmeleri mümkündür. Özellikle yaz mevsiminde kapı penceresi açık olarak uyuyanlar farkına varmadan bu zehirli gazların/tozların etkisinde kalabilirler.
Enversiyon değişikliği durumları da rüzgâr hızına bağlı olarak kaynaktan olan etki mesafesinin uzaması-daralması ya da kısalması-genişlemesi gibi durumlara neden olacağından bir birine çok yakın iki köyden birinin etkilenip diğerinin ise etkilenmemesinin olay başına olağan olduğu da bilinmelidir. ”
Görünüşe göre ani yağış liç yığınındaki pH denetimini ortadan kaldırıp ortamı asitleştirdi, bu yığına sızdırılan sudaki siyanürün HCN’e dönüşmesi ve havaya salınmasına neden oldu, şiddetli ve tek yönlü rüzgâr da bunu hemen işletme alanından süpürüp seyrelmeye fırsat bulamadan yamaçlardan aşağıya çevre köylerin bazılarına ve Eşme’nin iki mahallesine taşıdı. Özellikle anî, şiddetli ve yerel yağışlar, gaz bulutunun yükselip seyrelmesini engelleyip insanların bundan etkilenmelerini kolaylaştırıp şiddetlendirdi.
Olayın oldukça karmaşık ve olağandışı olduğu açık. Ancak, beklenmedik bir anda, birden çok etkenin birlikte ortaya çıkması ile yaşanabilecek bir sürecin olduğu da açık.
İşletme yönetiminin buna hazırlıklı olmadığı ve yetersiz kaldığı da gerçek.
Yukarıda anlatılanlar bir kurgu, bir senaryo. Yaşanmış bir gerçeğin ortaya çıkış ve gelişme sürecini açıklamaya çalışıyor, bu kurgu. Bilimsel bilgiler, veriler ve gerçekçi kabullere dayandırılmaya çalışılmış olsa da gözlem ve ölçüme dayanmıyor. Gerçekte ne olduğunu kimse bilemez artık. Ancak yukarıda sergilenen ya da başka bir kurgu bize yaşananları anlamada yardımcı olabilir.
Ama yaşananları da anlamak zorundayız. Bugün Uşak İli ve Eşme İlçesi’ni yönetenler yarın yurdun başka yörelerinde olacaklar. Değişik nedenlerle ödüller almaları da çok olası. Ancak, kuşkusuz aylar ya da yıllar sonra burada bu kez ölümlü toplu zehirlenmeler olduğunu basından duymayı hiç istemezler. Yaşamın onlara verebileceği gerçek ödül, bugün yaşanan gerçeğin yinelenmemesi için anlaşılması ve gerekenlerin yapılmasına katkılarının anılmasıdır.
Kârını en yükseğe çıkarma güdüsü ile yönetilmesi gereken bir şirketin yöneticilerinin yaklaşımlarına gösterilen saygının eşdeğeri, bunca hekim, mühendis, hukukçu ve başka yurttaşın bu konuya gösterdiği duyarlılıktan esirgenmemelidir.
Başka bir yaklaşım kolayca başka türlü yorumlanabilir.
ÇED Raporu’ndaki Saptırmalar Ne Yazık ki Tehlikenin Önüne Geçemedi
Yukarıdaki kurgu zaten her türlü endüstriyel işletmede öngörülmesi ve önlemler alınmasını gerektiren bir olasılık. Hazırlanan ÇED Raporu’nda bunun da tartışılması gerekirdi ve görünüşe göre Kışladağ ÇED Raporu’nda bu yapılmış.
Rapor’un 5-137. sayfasında başlayan “5.2.10” bölümü işletmeden salınan emisyonlarını irdeliyor.
İlk dikkati çeken 5-4. sayfadaki Tablo 5.1’deki sınıflama. İşletmeden çıkacak “Hava Emisyonları” Y(=Yerel, <10 km) olarak nitelendirilmiş. Yani işletmeden salınacak gaz ya da tozlar pek uzağa gidemeyecek, 10 km’den ötesini incelemek, izlemek, gözlemlemek gerekmez. Eşme halkı işletmeye 20 km uzakta yaşamanın acısını çekmiş olmalılar. Tablo 5.2’de “liç alanından kaynaklanan gaz emisyonları” da Y (yerel) olarak belirtilmiş.
Dikkati çeken ikinci saptırma hava emisyonları arasında sayılan HCN gazının ancak “kaza nedeniyle oluşabilecek” kabul edilmesi(Tablo 5.33). ÇED’i hazırlayanlara göre kullanılan siyanürün azımsanmayacak bir bölümü, örneğin pH=10,5’ta bile %15’i HCN’e dönüşüp sürekli olarak havaya karışmıyor.
ÇED Raporu’nun 5-141. sayfasında belirtildiğine göre “yığın liçi alanı ve çözelti havuzlarının yüzeyinde beklenebilecek HCN gazı konsantrasyonları, normal işletme koşullarında pH 10,5 için ve pH 9-5 aralığını kapsayan çeşitli pH seviyesinin düşmesi senaryoları için tahmin edilmiştir.” Anlatımın kötülüğünden anlaşılamayabilir. Değişik pH düzeyleri için ne kadar HCN yayılacağı tahmin edilmiş. “Yığın liçi alanı için varsayıma dayalı en kötü hal pH seviye düşme senaryosunda 24 saatte pH’ın 5’in altına düşeceği ve bunun sonucunda yığın liçi alanının toplam hacminde bulunan serbest HCN’ün tamamının 24 saatlik bir süre içinde HCN gazına dönüşeceği varsayılmıştır. İşletme boyunca pH seviyelerinin sürekli olarak izlenecek olması nedeniyle, böyle bir durumun gerçekleşme olasılığı son derece düşüktür.” Doğru. Bu kadarı olmaz. pH, 5’in altına düşecek ve 24 saat böyle sürecek! Yığındaki bütün siyanür gaza dönüşecek ve işletme buna müdahale etmeyecek. Elbette, olmaz.
Dahası var. Aynı sayfanın ilerleyen satırlarında daha ileri bilgiler var. ÇED’i hazırlayanlar oluşacak zehirli gazın yayılıp yayılmayacağını da öngörebilmek için “ayrıca, gerek normal işletme koşullarındaki (pH 10,5) gerekse en kötü hal senaryosundaki (pH<5) hesaplamalarda meteorolojik koşullar için de en kötü hal senaryosu (dağılımın en az seviyede olduğu kararlı durum) varsayılarak rüzgar hızı 1 m/sn olarak alınmıştır. Rüzgâr hızının 1 m/sn’den az olduğu koşullar genellikle “sakin” durum, bir başka deyişle kararlı durum olarak adlandırılır. Bu değer ise bölgedeki ortalama rüzgar hızı olan 2-3 m/sn’den oldukça düşük bir değerdir. Yine tutucu bir yaklaşımla, HCN gazının atmosferdeki doğal bozunumu da hesaplamalarda ihmal edilmiştir.” Yani ÇED’i hazırlayanlar liç yığınındaki siyanürün ne kadarının HCN gazına dönüşeceğini hesaplarken ellerinden geldiği kadar muhafazakâr davranmış, rüzgârı olmadığı kadar hafif(!) ve siyanürü havada bozunmaz kabul etmiş.
Üstelik hesaplamalarında çok ta bilimsel(!) bir yaklaşımı izlemişler: “HCN gazı konsantrasyonları, yukarıdaki varsayımlar doğrultusunda ve Henry Kanunu’na dayanarak tahmin edilmiştir. Çözeltideki siyanür ile atmosferdeki HCN gazı Henry Kanunu’na göre birbirleri ile denge durumunda olacaktır: P=H*X. Burada H=Henry Kanunu sabit değeri, P=Basınç ve X=çözünen maddenin (HCN) gaz fazı ile dengedeki mol cinsinden oranıdır. Literatürden, siyanür için Henry Kanunu sabitinin 4.500 mmHg/mol oranı (Mudder v.d.) olduğu belirlenmiştir. Bir bar atmosferik basınç (760 mmHg) için, çözeltideki HCN ile dengede olan HCN gazının mol oranı %17 olarak bulunmaktadır.”
Türkçeleştirirsek, bu değerlendirmeyi yapanlar sıvı fazda çözünmüş durumdaki siyanürün ancak %17’sinin gaz olarak atmosfere geçebileceğini düşünüyorlar. Yani, sıvı-hava ara yüzeyinde alttaki kaya kırıntılarının gözeneklerinde yer alan siyanürlü sıvının içindeki siyanürün ancak %17’si bu arayüzeyin üst tarafındaki atmosfere HCN gazı olarak geçip duracakmış! Hani, “24 saatte pH’ın 5’in altına düşeceği ve bunun sonucunda yığın liçi alanının toplam hacminde bulunan serbest HCN’ün tamamının 24 saatlik bir süre içinde HCN gazına dönüşeceği varsayılmış”tı? Hangisi doğru, bütün siyanür mü gazlaşacak, varolanın %17’si mi? Ne yazık ki ikisi de doğru değil.
Bir kere Henry Kanunu’nda irdelenen denge durumu, yani sıvı fazdaki bileşenle gaz fazındaki bileşenin miktarlarının birbirine bağlı ve her bileşen için farklı bir oranda oluşu, ancak kapalı bir sistem için geçerli. Ortalıktaki liç yığınının bulunduğu yerdeki gibi açık bir sistem varsa, HCN gazı havadan hafif olduğu için oluştuğu yerden kolayca uzaklaşıyor ise sıvı-gaz ara yüzeyinde denge koşullarını aramak ya da varsaymak abes değil mi? Abes tabiî. Oluşan gaz liç yığınından uzaklaştıkça, eğer Henry Kanunu çalışıyorsa, aynı oranı tutturmak için yeni gaz oluşacak.
Bu, yığındaki sıvının içindeki siyanürün bütünü tükenene kadar sürmez mi? “24 saatte pH’ın 5’in altına düşeceği ve bunun sonucunda yığın liçi alanının toplam hacminde bulunan serbest HCN’ün tamamının 24 saatlik bir süre içinde HCN gazına dönüşeceği varsayım”ı mı doğru yoksa? Hayır, o da değil. Çünkü ince daneli öğütülmüş ve aglomere edilmiş kaya yığınının içindeki sıvının yığının üst yüzeyine yakın yerlerindeki kesiminde siyanür tükendiğinde, alt kesimdeki daha zengin siyanür içeren düzeylerdeki suyun siyanürü o hızla yukarıya göçemeyecek ki. Tersine ister sizin sızdırdığınız su, isterse yağmur suyu olsun aşağıya doğru süzülecek, suyun siyanürlü bölümü yukarı, atmosferle temas ettiği ara yüzeye doğru değil, aşağıya yığının tabanındaki drenaj borularına doğru hareket edecek. Öyleyse yığındaki bütün siyanürün gazlaşması da olası değil.
Evet bu modeli tasarlayan ÇED hazırlayıcılarının sandığı gibi yığındaki bütün siyanür değil yalnızca yığının yüzeyine yakın bir zondakiler gazlaşacak; yine onların sandığı gibi burada çözeltide bulunan siyanürün yalnızca %17’si değil, oluşan gaz uçtukça, tamamı gazlaşıp havaya karışacak. Üstelik bunun için pek te bonkör davranmış ve 24 saat süre vermişler!
Bu modeli tasarlayan ÇED hazırlayıcılarının varsayımlarındaki zaaflar bunlarla sınırlı değil. Hani “en kötü hal senaryosu” üzerinde çalışmışlardı. O zaman neden havayı durgun kabul etmişler? Rüzgâr hızını, o bölgede çok ender karşılaşıldığı şekilde 1 m/sn kabul etmelerinin nedeni, sakın oluşan HCN gazı oradan uzaklaşmasın da kalan siyanür sudan ayrılmasın diye düşünmüş olmaları mı yoksa? O zaman Haziran ayı sonunda olduğu gibi 2-4 m/sn hızlı rüzgârlar oluşan gazı sıyırdıkça kalan siyanürün gazlaşması “kötü durum” değil mi?
Yine Henry Yasası denklemindeki basınç bileşenini de normal kabul etmenin, 760 mmHg kabul etmenin neresi “en kötü durum senaryosu”? Bölgede sık sık karşılaşıldığı gibi basınç yükselmelerinde bu oran da büyümeyecek mi? Haziranın son haftasında Uşak’ta ölçülen hava basınçları 1006-1010 hPa arasında değişmedi mi?
Bu modeli tasarlayan ÇED hazırlayıcılarının yaptıklarının siyanür gazı oluşum ve yayılımını aydınlatmak olmadığı, yapılan kabullerin hep bu tehlikeyi küçük göstermeye yönelik olduğu ve yapılanlarla söylenenlerin de çeliştiği açık.
Elbette bulduklarını ileri sürdükleri sonuçlar da, amaçlarına uygun çıkmış: “Yığın liçi alanının yüzeyindeki HCN gazı konsantrasyonu, normal işletme koşullarında (pH 10,5) 0,02 mg/m3 (~0,02 ppm), en kötü hal senaryosunda (pH<5) ise 3,2 mg/m3 (~2,6 ppm) olarak tahmin edilmiştir. Çözelti havuzlarının yüzeyindeki HCN gazı konsantrasyonu, havuzlar için en kötü hal senaryosunda (kaza sonucu asit dökülmesi) 2,4 mg/m3 (~2 ppm) olarak hesaplanmıştır. Gerek normal işletme koşulları gerekse en kötü hal senaryoları için hesaplanan HCN gazı konsantrasyonları, işyeri havasında (kapalı alanlarda) aşılmaması gereken siyanür konsantrasyonu olan 11 mg/m3 değerinden düşüktür. Bu nedenle, pH seviyesinde önemli bir düşme söz konusu olduğunda bile, yerel hava kalitesi üzerinde ya da çevre ve insan sağlığı üzerinde HCN gazı nedeniyle herhangi bir olumsuz etki olması beklenmemektedir.”
Keşki, bu modeli tasarlayan ÇED hazırlayıcılarının yaptıkları ve şu son söyledikleri doğru olsa idi. O zaman, Eşme halkı yaz aylarını sağlıklı ve kaygısız geçirebilirdi.
Ama onlar yaptıkları doğru imiş gibi yazmayı sürdürüyorlar. İşletmeden çıkan HCN uzaklaşırken dağılım nedeni ile seyrelirmiş; HCN doğal olarak (havadaki nem ve su damlacıklarıyla hidroliz olur, ultraviyole ışınla siyanata dönüşür) bozunurmuş. Örneğin ABD Kolarado’da 20 yıllık bir işletmede yapılan gözlemler HCN gazı konsantrasyonlarının ne kadar az olduğunu gösteriyormuş. Herhalde hiç kimse Kolorado ve Uşak’ın atmosferik ve morfolojik koşulları arasında ne benzerlik var diye sormaz sanmışlar.
Bu modeli tasarlayan ÇED hazırlayıcıları, araçlardan çıkan egzos gazı çevreye nasıl yayılır diye modeller hazırlayıp hesaplar yapmışlar; ama, zaten çıkan siyanür çok düşük gerekçesi ile onun yayılımını incelememişler bile!
ÇED Raporu’na göre(syf. 5-108) “bu tür emisyonlara yönelik önlemler ve hava kalitesinin izlenmesi Çevre Yönetim Planı’nda ele alınan önemli hususlar arasında” imiş.
Yine Olur mu?
Yukarıdaki açıklama ne kadar doğru ise, yaşananların yinelenmesi olasılığı da o kadar yüksek demektir.
Evet, aynı süreç yine yaşanabilir. Çünkü öğütülmüş cevher yığınına açık havada siyanürlü sular püskürtülmektedir. Bu sudaki siyanürün çoğu gazlaşıp uçmasın diye pH’ı kireçle yüksek tutulmaya çalışılmaktadır. Ani ve şiddetli yağışlarda bu pH’ı böyle yüksek bir düzeyde tutmak olanaksızdır. pH düştükçe siyanürün daha büyük bölümü gazlaşıp havaya salınır. O günkü hava koşulları aynı 26-28 Haziran’daki gibi ise aynı yerlerde aynı zehirlenmeler yaşanır. Rüzgar, sıcaklık, vb etkenler farklı ise bir başka keresinde hiç kimseye bir şey olmayabileceği gibi, yalnızca işletme alnında ve bu kez şiddetli zehirlenmeler olabilir ya da benzer etkiler bu kez Kışladağ, İnayköy, Ulubey Merkez’de ortaya çıkabilir.
İşletmenin ÇED Raporu ekindeki Siyanür Yönetim Planı(SYP)’nın 30. sayfasında şu öneriler verilmektedir:
“Hidrojen siyanür dedektörleri depolama ve karıştırma alanlarında kurulacak ve 10 ppm’de alarm vermek üzere ayarlanacaktır. Alarmın çalışmasının hemen ardından karıştırma işlemini yapan çalışan siyanür beslemesini durduracak ve bölgedeki diğer çalışanlarla birlikte bölgeyi boşaltacaktır. Çalışan denetmene acil önlem planını aktif hale getirmesi için durumu bildirecektir.
Siyanür çözeltisinin seyreltik olması, aglomerasyon işleminde çimento kullanımı ve pH kontrolü için kireç kullanımı HCN oluşumunun engelleyecektir. Ancak bir önlem olarak ünitenin yakın çevresine HCN dedektörleri yerleştirilerek 10 ppm’de alarm vermek üzere ayarlanacaktır. Madenin yakın çevresindeki yerleşim yerlerinin boşaltılması için bir acil önlem planı geliştirilecektir.”
SYP’nin Çözelti Yönetimi başlığı altında “Çözelti havuzunun yoğun yağış durumlarını kaldırmaya uygun boyutlandırılması” gereğinden söz ederken bunu liç yığınlarında neden gereksinmediğini sormak gerekmez mi?
Depolama ve karıştırma alanlarında havadaki HCN derişimi 10 ppm’i geçince işyerinin boşaltılması ile yetinilirken, liç yığınları çevresinde havadaki HCN derişimi 10 ppm’i geçince Madenin yakın çevresindeki yerleşim yerlerinin boşaltılmasının düşünülmesi, yukarıda yapılan açıklamaların aslında ÇED Raporu ve SYP’yi hazırlayanlarca da paylaşıldığını göstermiyor mu?
Madenin yakın çevresindeki yerleşim yerlerinde yaşayanlar gelecekte beklemediğiniz bir anda evlerinizin ve köylerinizin boşaltılmasına hazırlıklı mısınız?
Ya da, böyle bir uygulama işletmenin prestijini çok zedeler (!!) diye, size hiç haber verilmeyip zehirlenmenize başka gerekçeler uydurmak üzere yine kamu görevlilerinin yardımı mı istenir?
Bu işletmede uygulanan ve BAT (bilinen en iyi teknoloji) olduğu ileri sürülen bu teknoloji ne yazık ki bu risklere karşı çaresiz, böylesine ilkel ve tehlikeli bir teknolojidir.
Bu teknoloji altın elde edilmesinde bile son derece başarısız. Yeraltındaki 278 ton altının ancak 98 tonunu çıkarabiliyor.
Geride 1.000 m çapında ve 400 m derinliğinde içi su dolu bir çukur. 110.000.000 ton pasadan oluşan ve içinden Gümüşkol, İnayköy ve Ulubeyli’ye doğru asitli ve ağır metal yüklü sular sızan bir pasa yığını olacak. Söğütlü ve öteki kuzey köylerine doğru 1.800.000 m2’lik bir alanda yayılan 60 m yüksekliğinde siyanürlü, ağır metalli, içinde ne ve neler olduğu bilinmeyen bir öğütülmüş kaya yığını da kalanlar arasında olacak.
Bize, kaldırılmış ve boşalmış köyler kalacak. Bize, Lidyalıların bile kullanıp kutsal saydığı çeşmelerden ve kaynaklardan boşalan sularda artan ağır metaller kalacak.
Bu işletme geniş bir alanın içme-kullanma-sulama suyunu karşılayan Ulubey Akiferi’ni kurutacak.
Çıkarılıp yurt dışına götürülen her bir ton altın için, 1,75 milyon ton atık Uşak dağlarında kalacak.
İşletmenin ilk günleri, Kışladağ işletme yönetiminin bu teknolojiyi bile iyi yönetemediğini ortaya koydu.
Yörede yaşayanlar için siyanür zehirlenmesi tehlikesi hep olacak.
Tahir ÖNGÜR, Jeoloji Yüksek Mühendisi
Kaynak: TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası