Kemaliye Dilli Vadisindeki Petroglifler ve Damgalar
Giriş
Bir devrin iletişim aracı, yazısı olarak nitelendirilen kaya üstü tasvirler, kavramların işaretlenmesi / kalıcılığının sağlanması ve gelecek nesillere aktarılması itibarıyla sosyal ve kültürel açıdan büyük önem taşır.
Türk boylarının yaşam biçimleri, inanç sistemleri, dünyayı algılama biçimleri ve estetik anlayışlarına dair önemli bilgileri geçmişten günümüze taşıyan kaya üstü tasvirler, kullanıldıkları dönemlerin kültür ve uygarlığının günümüz dünyasındaki şahitleridir. Yer aldıkları bölgelerin coğrafî özelliklerini de yansıtan kaya üstü tasvirler, aynı zamanda dönemlerine ait canlı türleri ve kültürün söz konusu canlıları algılama biçimi hakkında da değerli bilgiler sunar.
Yazılı iletişimin kaya üstü tasvirlerden sonra ikinci aşamasını teşkil eden damgalar, Türk boylarının “biz” kavramına ulaşma, yabancı / öteki kültürlere göre kendilerini tanımlama sürecinde geliştirilmişlerdir. Türkler’in kullandığı ilk fonetik alfabenin ((Kök)türk alfabesinin) harflerinin de kaynağını teşkil eden “damgalar” tarihî süreçte:
1. Kabilenin ortak malı olan konak yerleri, yol kavşakları ve otlaklardaki taş, kaya gibi yerlerde,
2. Aileye, boya ait hayvanların işaretlenmesinde,
3. Kilim, halı, çul, keçe, testi gibi ev eşyalarında,
4. Evlerin kapı ve duvarlarında,
5. El, yüz, pazu ve göğüse… yapılan döğmelerde,
6. Şaman davullarında,
7. Kurban olarak adanmış hayvanlarda,
8. Mezar taşlarında,
9. Sınır taşlarında,
10. Nazarlık ve ziynet eşyalarında,
11. Arı kovanı ve ambarlarda,
12. At koşum takımlarında
13. Mühürlerde,
14. Tuğ, bayrak, sancak gibi hükümdarlık alametlerinde,
15. Otağ, taht ve saraylarda,
16. Ticari eşyalarda … kullanılmıştır.
Sınırlarını, yaşayış tarzını, inandığı birtakım değerleri, estetik anlayışını, sahip olduğu önemli kodları petrogliflerle, damgalarla işaretleyen, kalıcı kılan, tekrarlayan Türk kültürü, söz konusu kavramlarla diğer / öteki kültürlerden kendisini ayırarak / tanımlayarak boylar arasındaki bağları oluşturan kültürel kodları korumuş, zenginleştirmiş ve tarihî süreçte “millet kavramı”na ulaşmıştır.
21. yüzyılda bile halı, kilim, bıçak, kama gibi eşyalara, mezar taşlarına, heykellere işlenen damgalar, Türk boylarının / milletinin en önemli ortak kodları arasında yer almıştır.
Yazılı iletişimin ilk basamakları olarak nitelendirilen kaya üstü tasvirlerine ve damgalara Türk kültürünün hâkim olduğu hemen hemen her bölgede rastlamak mümkündür. Bugün Moğolistan, Altay, Tuva, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan, Anadolu gibi aralarında binlerce kilometre mesafe bulunan ve birbirlerinden tamamen farklı coğrafî özellikler arz eden bölgelerde vücuda getirilmiş olan kaya üstü tasvirlerin hem yapım teknikleri, hem üslûp özellikleri, hem de ifade ettikleri anlamlar, bu eserlerin aynı duygu ve düşüncenin ürünü olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.
Anadolu’daki Petroglif ve Damgalar:
Son zamanlarda yapılan pek çok araştırma, Türkler’in milattan önce de Anadolu’da var olduğunu ortaya koymaktadır. Ağrı, Ardahan, Artvin, Aydın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Iğdır, İzmir, Kars, Kırşehir, Konya, Mardin, Niğde, Ordu, Rize, Siirt, Sivas, Trabzon, Tunceli, Urfa, Van… illerinde bulunan kaya üstü tasvirler ve damgalar hem bu coğrafyanın Orta Asya ile bağını sergilemekte hem buraların milattan önceki dönemlerde bile Türk yerleşimine açık olduğunu ortaya koymakta hem de bu coğrafyada yaşayanların birbirleriyle olan tarihî bağını açıkça göstermektedir.
Anadolu’daki bengü taşlar (yazılı, dikili ve damgalı taşlar) ve petroglifler (kaya üstü tasvirler, mağara resimleri), daha ziyade Saka, Hun, Bulgar, Avar, Hazar ve Peçenek dönemlerine aittirler. Üzerlerinde hiçbir ciddi epigrafik araştırma ve inceleme yapılmayan Anadolu’daki (Kök)türk harfli yazıtlar ve damgalar (özellikle Kars’ın Kağızman ilçesindekiler ile Erzurum’un Karayazı ilçesindekiler), paleografik açıdan Kafkaslar’daki, Balkanlar’daki ve Avrupa’daki yazıtlarla büyük benzerlikler göstermektedir.
Kemaliye (Eğin):
Gerek İpek yolu üzerinde yer alması, gerekse coğrafî konumu nedeniyle tarih boyunca Asurlular’ın, Persler’in, Romalılar’ın, Bizanslılar’ın, Sasaniler’in, (İslami dönemde) Araplar’ın egemeneliği altında kalan Kemaliye (Eğin)’nin ilk yerleşimcilerinden biri de Kafkasya üzerinden Anadolu’ya inen Türkler olmuştur.
İlk ve orta çağlarda İran ve Romalılar arasında sık sık el değiştiren kent, daha sonra Anadolu Selçuklu Devleti, İlhanlı Devleti ve Akkoyunlular’ın egemenliği altında kalmıştır. Çelebi Sultan Mehmet zamanında Osmanlı egemenliğine giren Eğin, uzun süre Diyarbekir ve Sivas eyaletlerinin Arapgir Livası’na bağlı bir kaza olarak yönetilmiştir.
1878’de Memuretül-aziz vilayetinin Elaziz Sancağı’na dahil edilen Eğin,
Cumhuriyet döneminden önce Elazığ’a ve 1926 yılında da Malatya’ya bağlanmıştır. Adı, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ten esinlenerek 21.10.1922 tarihinde “Kemaliye” olarak değiştirilen Eğin, 11.5.1938 tarihinde de Erzincan’ın siyasî sınırlarına dahil edilmiştir.
İl merkezine 194 km olan Kemaliye’nin yüzölçümü 1168 km2’dir. 2000 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre 7.736 olan ilçe nüfusunun 2243’ü ilçe merkezinde 5493’ü ise köylerde yaşamaktadır. 62 köyü ve 25 mezrası olan Kemaliye, Keban baraj gölü kıyısında, Fırat’ın Karasu kolunun batı tarafında kurulmuştur. Doğudan Munzur dağları, batıdan ise Sarıçiçek Dağları ile çevrili olan ilçenin denizden yüksekliği 825-900 m civarındadır.
Kaynak: