Kemaliye’de Evler ve Kapılar
Osmanlı, dönemindeki adıyla Eğin; çağlar boyunca Anadolu topraklarına egemen olmak için savaşan devletler arasında doğal sınır oluşturan Fırat Nehri’nin yukarı bölümünde, Karasu Kolu kıyısında konumlanmış bir küçük ilçedir. Bölgede çoğu zaman yalçın kayalıklar arasında sessizce akan Karasu’nun az da olsa genişleyen vadisine ilişmiş; ama asıl varlık nedeni dağın eteğinden çıkarak nehre ulaşan Kadıgölü su kaynağı da yerini almış. Yazılı kaynaklara göre Kemaliye’nin tarihi 11. yüzyıla kadar uzanıyor.
Kemaliye XIX. yüzyıl sonlarındaki mimari dokusunu günümüze aktarabilmiş az sayıdaki yerleşimlerden biridir. Eğimli vadinin setlendirilmesi ile oluşan yerleşim dokusu, nehirden itibaren bağ ve bahçelerle yükselmeye başlar; çarşı, cami, kilise, kamu binaları, eğitim yapıları ve evlerden oluşan çevre ile devam eder; vadinin bir duvar gibi dikleştiği çizgide yapılanma ve yeşil doku son bulur. Yerleşim bugün özellikle geleneksel konut dokusu ile kimlik kazanıyor. Dut, ceviz, çınar, Bölgenin tarıma elverişsiz arazi yapısı ve ana ticaret aksına uzak konumu, Kemaliye halkının sosyo-ekonomik ve kültürel yazgısı üzerinde önemli rol oynamış. İlk olarak Çelebi Sultan Mehmet zamanında Osmanlı egemenliğine giren Eğin özellikle Yavuz Sultan Selim zamanında çok önemsenmiştir. Yavuz Sultan Selim, sosyal ve kültürel önlemler almış, Kafkasya’dan gelen aileleri Eğin’e yerleştirerek, geçimlerini sağlamaları için İstanbul’da et satışını yönetmek üzere bir ferman vermiştir. Fermanda “Eğin ve 19 pare köyüne…” deyimi bulunmaktadır. Daha sonraları IV. Murad döneminde odun ve kömür kethüdalığı da Eğin’e verilmiştir. Eğinliler’in büyük şehirlerde genellikle kasap ve kömürcü olmalarının temelinde bu konunun önemli bir yeri vardır. Eğin, XIX. yüzyılın ilk yarısında Harput’a ve 1878’de Mamuret-ül-Aziz (Elazığ) vilayetine bağlanmıştır. Daha sonra Malatya’ya bağlanan Eğin’in adı 1922 yılında TBMM icra vekilleri tarafından Kemaliye olarak değiştirilmiş, 11 Mayıs 1938’de ise Erzincan’a bağlanmıştır.
Kemaliye XIX. yüzyıl sonlarındaki mimari dokusunu günümüze aktarabilmiş az sayıdaki yerleşimlerden biridir. Eğimli vadinin setlendirilmesi ile oluşan yerleşim dokusu, nehirden itibaren bağ ve bahçelerle yükselmeye başlar; çarşı, cami, kilise, kamu binaları, eğitim yapıları ve evlerden oluşan çevre ile devam eder; vadinin bir duvar gibi dikleştiği çizgide yapılanma ve yeşil doku son bulur. Yerleşim bugün özellikle geleneksel konut dokusu ile kimlik kazanıyor. Dut, ceviz, çınar, kavak ağaçlarının oluşturduğu yoğun yeşil doku içinde yer alan bu evler, doğal çevre ile mimari arasındaki uyumun en güzel örneklerini sergiliyor. Araziyi ekonomik kullanma, sert kara iklimi gibi etkenler kübik, masif yapı biçimini; yatayda yayılan tek katlı plan yerine, düşeyde yükselen üç, dört hatta beş katlı plan düzenini zorunlu kılmıştır. Eğimli araziye yaslanan evlerde, her kat kendi seviyesinde sokak veya bahçeye açılarak -üst üste olmasına karşın- dış çevre ile doğrudan ilişki kurabilir. Sosyal ve etnik farklılık gözetilmeksizin her evde yazlık ve kışlık oturma odaları “Divanhane (sofanın oturma bölümü)”, konuklar için “Selamlık ve Kahve Ocağı”, “Tandır” yeri -mevsimlik yiyeceklerin hazırlandığı büyük mutfak-, günlük mutfak, kiler, soğuk depo, hela, ahır ve samanlık gibi mekanlar yer alır. Varlıklı kişilerin evlerindeki farklılık ise bu mekanların sayısı, katlara dağılımı ve boyutlarında gözlenir. Evin, “Direkli Oda” denilen selamlık odaları ayrı giriş ve servis mekanları ile evin diğer bölümünden ayrılmıştır. Eğin evlerinde tüm oturma mekanları manzaraya, yani Fırat’a bakar. Eğimli arazide set set oluşmuş yapılanma, evlerin birbirlerinin manzarasını kapatmasını önler. Bu manzaraya bakan doğu yönünde, evin diğer cephelerine oranla çok sayıda pencere, vitraylı tepe pencereleri, her katta daha ileriye taşan cumbalar yer alır. Ayrıca, oturma mekanları arasındaki hiyerarşiyi bile bu cephedeki çıkma düzeniyle kavramak olasıdır. Yaz boyunca oturulan ortak mekan “Divanhane”, cephede dışarıya en fazla çıkma yapar, bunu selamlık ve odalar izler. Aynı cephede simetrik biçimlenme de dikkati çeker.
Düşey, prizmatik, masif kütlenin yapım sisteminde taş ve ahşap malzeme kullanılmıştır. “Hımış” adı verilen arası kerpiç dolgulu ahşap dikmelerin üzeri düşey olarak son derece nitelikli çam tahtaları ile kaplıdır. Ahşap kaplamaların etekleri fisto biçiminde iç ve dışbükey eğriler veya yalın oyma motiflerle bitirilmiştir. Bu ahşap kaplı cephedeki düşey dikdörtgen pencerelerin, ahşap kapaklarındaki dövme demir açma kapama ve sabitleştirme elemanları motiflerle bezelidir. İki yana veya üç yöne açılan kapaklar kapandığında odalar yalnızca tepe pencerelerinden ışık alır. Ahşap cephe yüzeyini üstte saçak, yöreye özgü adıyla “Süvüng” sınırlar. Yatay ve düşey ahşap elemanlardan oluşan saçak, aynı zamanda bir balkon korkuluğudur. Çünkü evin “Rıhtım” adı verilen deretaşı kaplı düz damı, diğer adıyla “Yetme”, üzerinde gezilen bir üretim alanıdır. Pestil, tarhana, dut, elma, reyhan evin bu en üst kısmında kurutulur. Ayrıca aynı katta depolama ve yazın oturma işlevli kapalı mekanlar da bulunur; buraya “Kaçak” denir. Eğin evlerinde dikkate değer bir cephe elemanı da kapılar ve kapı tokmaklarıdır. Bu dövme demir tokmaklarda iki eleman bulunur: Birincisi, erkeklerin kullanımı içindir ve vurulduğunda kalın ve tok ses verir, ince ses vereni ise kadınlar kullanır. Anadolu’nun farklı geleneksel konut bölgelerinin kesişimindeki konumuyla Eğin Evleri, mimarisinde yerel kültürel öğeleri barındıran; ancak plan örgütlenmesi, kütle düzeni ve yapısal özellikleri ile Osmanlı Dönemi’nin geliştirdiği kentsel konut geleneğinin özgün örnekleri arasında yer alır.
Kaynak: floor.com.tr‘dan alıntı