Kemaliye’deki Petrogliflerin Keşfi:
Erzincan – Kemaliye (Eğin) Dilli vadisi mevkisindeki (37 502881 E, 43
84520 N, 1031 m) kaya üstü tasvirler, ilk kez 04 Ocak 2004 tarihinde Eğinli
filolog Dr. Abdullah ER’in söz konusu petrogliflere ait bir fotoğrafı getirip Dr. Cengiz ALYILMAZ’ı durumdan haberdar etmesiyle bilim dünyasının
gündemine taşınır. Eğindeki petroglifler üzerinde ilk bilimsel inceleme ise,
başkanlığını Dr. Cengiz ALYILMAZ’ın yaptığı Dr. Osman MERT, Dr. Abdullah ER’den oluşan ekip tarafından 22 Nisan 2006 tarihinde gerçekleştirilir.
Kemaliye’deki Petroglif ve Damgaların Türk Dünyasındakilerle İlgisi:
Yazılı iletişimin ilk adımları olarak kabul edilen kaya üstü tasvir ve damgalarla Türk kültür coğrafyasının hemen her bölgesinde karşılaşmak mümkündür. Günümüzde Moğolistan’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Avrupa’ya dünyanın çok geniş bir bölgesinde var olan kaya üstü tasvirlerin gerek yapım teknikleri, gerek üslûp özellikleri, gerekse kavram alanları, bu eserlerin farklı coğrafyalarda bulunmalarına rağmen aynı kültürün ürünü olduklarını göstermektedir.
Türk kültür coğrafyasında gerek kaya üstü tasvir olarak, gerekse damga olarak geçiş sıklığı en yüksek hayvan tasviri yüceliği, erişilmez yerlere erişilebilirliği, bağımsızlığı, özgürlüğü, kararlılığı, asaleti, cesareti sembolize eden ve Tanrı’nın yer yüzündeki temsilcisi olduğuna inanılan dağ keçisi / tekesidir. Türk kültür coğrafyasında Moğolistan’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Avrupa’ya kağanı temsilen veya kağana bağlılığı belirtmek amacıyla kullanılan dağ keçisi / teke damgası Dilli vadisinde de tespit edilmiştir:
Türk yaşayış ve inanışının ürünü kaya üstü tasvirler tarihî süreçte yazı dilinde birim zamanda en az çaba ile en fazla mesajı iletme endişesine bağlı olarak taşıdıkları bilgiye göre çok daha ekonomik mesaj vasıtaları olan damgalara / kavramsal yazıya dönüştürülmüştür.
Eski Türk inanç sisteminin en belirgin özelliklerinden biri, Türkler’in kendi yaşam tarzları için önem arz eden tabiatın temel kavramlarına / unsurlarına bir ruh verip onları saygınlaştırmaları ve kutsallaştırmalarıdır. Şamanlık inanç sisteminde; dağ, su (ırmak, göl, pınar), ağaç, orman, kaya kültlerinin önemli bir yeri vardır. Eski Türkler, bu kültlerin hepsine birden yer-sub adını vermişlerdir.
Dolayısıyla eski çağlardan günümüze Türkler’deki tabiat kültünün en önemli unsurlarından birini “su” oluşturmaktadır. Dilli vadisindeki kaya üstü tasvir ve damgaların bulundukları yer dikkate alındığında konunun “tabiat kültü / su kültü” çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün görünmektedir. “Su kültü” ile ilgili en eski kayıtlara göre, su, Hunlar’dan bu yana Türkler arasında kutsal sayılmıştır. İslam bilgini Bîrûni, Oğuzlar’ın çok bereketli bir pınarın yanındaki kayaya taptıklarından ve secde ettiklerinden bahsetmektedir. Gerdizî de 10. yüzyılda İrtiş ırmağı başlarını işgal eden Kimek kabilesinin bu ırmağa taptığını ve “Su Kimeklerin Tanrısıdır” ifadesini kullandıklarını belirtmektedir.
Bugün de Anadolu’da Türk boylarının kendi vücutlarının çalışma sistemiyle doğanın yapısı ve çalışma sistemi arasında bir ilişki kurarak vücutlarını saran, besleyen ve sürekli yenilenen kan ile doğayı besleyen ve daima yenilenen su arasında (işlev itibarıyla) bir benzerlik gördükleri; ırmakları, su kaynaklarını kutsallaştırdıkları anlaşılmaktadır. Zira tabiat kültü çerçevesinde kutsallaştırılan söz konusu mekânların da tarih boyunca farklı Türk boyları tarafından Tanrı’ya kurban adama, dua ve şükür yerleri olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Türk kültüründeki önemli sembollerden biri de geyiktir. Zira, eski Türk inanışına göre geyik, Türk boyları arasında “kutsal ana” olarak kabul edilmiş ve ona olağanüstü özellikler atfedilerek saygı gösterilmiştir. Eski Türk yaşayış ve inanışında Kurt göklerin, geyik ise yer-su ruhlarının, Tanrı’nın ve uzun ömrün sembolü olarak kullanılmıştır. Bir antilopla geyik başı tasvirinin Dilli vadisindeki bulunduğu yer ile Türk kültürünün geyiği algılama biçimi arasında sıkı bir bağ vardır.
Geçmişten günümüze Türk kültüründe karşılaştığımız sembollerden biri de güneş tasviridir. Tanrı’nın temsilcisi olarak algılanan ve Saka mezar taşlarında, Uygur vesikaları üzerinde, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde pek çok mimari eser, mezar taşı, halı, kilim gibi kullanım eşyaları üzerinde ve günümüzde Kazakistan, Kırgızistan ve Azerbaycan bayraklarında bulunan güneş tasviri / damgası Dilli vadisinde de tespit edilmiştir:
Saka döneminden beri takip edebildiğimiz, Tanrı’nın temsilcisi olarak kabul edilen güneşin Türk kültüründe zamanla pek çok tarihî eser ve Türkiye Cumhuriyeti bayrağı üzerinde de olduğu gibi yıldıza dönüştürüldüğü görülür.
Dilli vadisindeki kayalarda büyük bölümü Oğuz boylarına (Alayundlular, Salurlar vd.) ait damgalarla da karşılaşılmaktadır. Aynı mekânın hem yazının birinci aşaması olan kaya üstü tasvirler hem de ikinci aşaması olan damgalar için kullanılmış olması söz konusu alanın Türk tarihinin farklı dönemlerinde benzer endişelerle kullanıldığını göstermektedir.
Sınırlarını, eşyalarını, hayvanlarını, mezarlarını, bayraklarını, sancaklarını damgalarıyla işaretleyerek gerek yabancı kültürlere, gerekse kendi içindeki boylara, gruplara mesajlar veren Türk kültürü, fonetik alfabe kavramına ulaştıktan sonra da ticarî ve kültürel etkileşim gibi (boylar arası, ve kültürler arası) ilişkilerde yazının yanı sıra damgaları (marka gibi, imza gibi) kullanmaya devam etmiştir.
Günümüzde Moğolistan’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Avrupa’ya Türk kültür coğrafyasında yer alan kaya üstü tasvirlerin, damgaların tespit edilmesi, incelenmesi Türk tarihinin, Türk kültür ve uygarlığının pek çok bilinmezinin aydınlatılmasına vesile olacaktır.
Kaynak: KEMALİYE’DE ESKİ TÜRK İZLERİ: DİLLİ VADİSİNDEKİ PETROGLİF VE DAMGALAR, Dr. Osman MERT, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 34 Erzurum, TAED 34, 2007, 233-254